(Çöle ve Bütün Zaman ve Mekana)
MEKKE’DE FIRTINA
Ertesi günü! Mekke çalkalandı:
— Gitmiş! Başlarını alıp gitmişler!
Duran adamın karsısında dişlerini gösteren ve hırlama tecrübeleri yapan köpek, o adam andını dönüp yürümeye başlayınca nasıl köpürür? Öyle köpürdüler. Her sıyrılış, mutlaka arkasından bir atılış çeker. Öyle atıldılar. Aramadıkları delik, adam çıkartmadıkları istikamet kalmadı. O’nu bulup da getirene yüz deve ihsan vâdettiler. Pertavsızlarla inceliyormuş gibi, izler üstüne kapandılar… Bir iz buldular. İki çift iz.. Yan yana, birbirleriyle sarmaş dolaş, biri öbürünün elinden, öbürü de diğerinin alnından öpen birer çift iz… Domuzlar gibi izleri koklaya koklaya gittiler. Sevr dağı… Tepesine kadar çıktılar. İzler bir mağaranın önünde kesiliverdi. Mağaranın ağzını kocaman bir örümcek ağı perdelemiş.. Ağın ortasında iri bir örümcek, nokta kadar gözleri fırıl fırıl, uzun ayaklarının salıncağından yaylanıyor. Kenarda bir güvercin yuvası ve yumurtaları. Mağaranın ağzı önünde konuşanlar:
— İçeride olmasınlar?
— Deli misin sen? Boydan boya örümcek ağına Baksana!
— Ne olur ne olmaz; bir kere girip bakalım! Ümeyye bin-i Halef isimli kâfir
— Haydi oradan, akılsızlar! örümcek buraya, daha Muhammed doğmadan ağlarını çekmiş…
Basıp gittiler. Hazret-i Ebu Bekr:
«— Eğer içeriye doğru söyle dikkatle baksalardı bizi görürlerdi.»
Allah Resulü:
«— Yâ Eba Bekr; o iki kişinin üçüncüsü Allah olduktan sonra sen ne sanıyorsun? Kim, ne görebilir?»
Mağara ve Ötesi
MAĞARADA
Hazret-i Ebu Bekr:
«— Mağaranın içinde gördüm ki, mübarek ayakları kanamış… O nermin ayakların sahibi, yalın ayak yürümeye ve cefa çekmeye alışık değillerdi.»
Hazret-i Ebu Bekr:
«— Ey Allah’ın Resulü, ben basit bir ferdim; ölmüşüm, kalmışım, ne çıkar! Amma sana bir zarar erişecek olursa bütün ümmet helak olur!»
Allah’ın Resulü:
«— Merak etme, Eba Bekr, Allah bizimledir.»
Mağarada üç gün kaldılar. Ebu Bekr Hazretlerinin oğlu Abdullah, geceleri gelip kendilerini ziyaret ediyor, Mekke haberlerini veriyor ve gün doğmadan gizlice Mekke’ye dönüyordu.
Mağarada Allah’ın Sevgilisi, mukaddes başını, âlemin en büyük Peygamber dostu Ebu Bekr’in kucağına koymuş uyumakta… Ebu Bekr, uyanıklığı mı, uyku hali mi daha güzel ve canlı olduğunu kestiremediği bu yüze bakıyor. Allah Sevgilisinin yüzü… Anîden, mağaranın deliklerinden birinde küçük bir yılan başı gördü… Hemen çıplak ayağı ile deliği tıkadı. Ebu Bekr’in ayağına incecik bir neşter gibi yılanın dili girip çıktı. Ebu Bekr acıdan yandı. Fakat Allah’ın Sevgilisi uyanmasın diye hiç kıpırdamadı. O kadar yandı ki, gözlerinden yaş boşandı ve şıp şıp, Allah Resulünün yüzüne damladı; Uyandılar:
— Ne oldu yâ Eba Bekr?
— Hiç efendim!
Karşılıklı oturdular.
Sevr mağarasında bu karşılıklı oturuşun sırrı bilinse..
MANEVÎ MİRAÇ
Peygamberin Miracı değil bu; o hâs ismiyle tek ve mutlak Miraç… Bir de Allah’ın her insana açık bıraktığı bir yol var. Allah’a ermenin yolu.. Allah’a ermenin, Allah’ta fena ve beka bulmanın, İlâhî marifete ulaşmanın yolu… Erenlerin yolu… Erenler dediğimiz harikulade insanların yolu… Mansur’un yolu, Mevlânâ’nın yolu. Yunus Emre’nin yolu ve daha nice, her biri bunlardan her birinin bilmem kaç misli değerinde namsız ve nişansız Allah dostlarının yolu… Velîler yolu… Evvelâ imân, sonra şeriat, sonra tarikat, pesinden hakikat ve marifet yolu.. Tek kelimesiyle tasavvuf yolu…
Tasavvufun dine sonradan girdiğini, şuradan ve buradan devşirildiğini, hiç değilse dini yumuşatmak ve derinleştirmek için. doğduğunu, yoksa sert ve çetin ölçülerden ibaret dinin böyle bir ruha malik olmadığını sananlar vardır. Günesin, ışığını aydan aldığı fikrinden daha bedbaht bir zan… Yarasalara mahsus bir görüş… Böyleleri, genişliğine, uzunluğuna ve derinliğine tam ve mutlak hacim belirten dinin derinlik hududunu görmeyenler ve onu ruhlarında satıh haline getirenlerdir. O’nu anlamayanlar. Halbuki şeriat O’nun, Allah Resulünün zahiri, tasavvuf da bâtınıdır. Biri, içinde nur cümbüşü kopan, perdeleri kapalı elmas sarayın dışı, öbürü de içi ve ziyafet sofrası… Ve her şey O’nunla ve O’ndan…
— O’nun zahiri, O’nun bâtını… O’nun dış ve iç tecellileri… Tek dâva ve yol, O’nun ruhaniyetine yapışmaktan ibaret… O’nsuz oluş yok… Bu ruhaniyet, dışına hiç sızıntı vermeyen sert ölçülerin hendese sekli gerisindedir ve iç ve dış, birbirine sıkı sıkıya mutabıktır. Ve insan veya topyekûn insanlık, bu ölçülerden geçecek olursa, tepesine ebediyet yağmurunun indiğini ve Allah’a giden yolun açıklığını görecektir. Mağaranın içinden öyle bir pencere açtık ki, kucakladığı ufukları en kaba topografya nisbetleriyle belirtmek için bile, kütüphaneler dolusu kitap yazmak lâzım… Pencereyi kapatıyor ve sadece dipsizlik âleminden bir işaretçik çekip dış plâna dönüyoruz, işte bu yolu O, Allah’ın Sevgilisi, Sevr mağarasında açtı ve ilk bâtın istikametini Ebu Bekr’e gösterdi. Ebu Bekr’i karsısına aldı, dizleri üstü oturttu, gözlerini yumdurdu ve kendisine gizli zikri tâlim etti:
— Dilini damağına yapıştır, hiç oynatma, bütün canını kalbinde topla ve onun içinden gizlice
haykır: Allah, Allah, Allah…
Kutupların Kutubuna bağlı tarikat yolunun ikinci kutbu Hazret-i Ali… Ona gösterilen de açık zikirdir. Ağız ve kalb bir arada zikir… Bâtın yolu iki kapıdan Allah’ın Sevgilisine varır: Ebu Bekr ve Ali kapıları.. Birinde farika gizlilik, öbüründe açıklık… ” Gizli zikir fârikasıyle, Ebu Bekr geçidinden Allah Resulünün ruhaniyetine varan yolun, hiç bozulmadan bugüne kadar gelmiş bir mektebi vardır. Açık zikrin ise, bozulanı ve bozulmayaniyle birçok mektebi var.. Çoğu bozulmuş ve çığırından çıkmış… İşte her dalından binlerce kol ve budak fışkırmış olan erenler ağacının bozulmayan halkalanışı «Silsile-i Zeheb» Altın Silsile:
Ebu Bekr O’ndan aldı ve sırasıyle biri öbürüne verdi:
Selman-ı Farisî…
Kasım bin Muhammed bin Ebu Bekr…
Cafer-i Sadık…
Bayezid-i Bestamî…
Ebülhasan-ı Hirkanî…
Ebu Ali Farimedî…
Yusuf-ü Hemedânî…
Abdülhalik Gucdevanî… .
Arif-i Rivegerî…
Mahmud Encir Fagnevî…
Ali Râmitenî…
Muhammed Bâbâ Semmasî…
Seyyid Emir Külâl…
Sah-ı Naksibend Muhammed Bahaeddin…
Alâeddin Attar…
Yakub-u Çerhî…
Ubeydullah Ahrar.;.
Muhammed Zahid…
Dervis Muhammed…
Hacegi Emkengî…
Muhammed Bâkibillâh…
İmam-ı Rabbânî…
Muhammed Masum…
Seyfüddin…
Seyyid Nur…
Mazhar-ı Can-ı Canan…
Abdullah Dehlevî…
Mevlânâ Halid…
Seyyid Tâha…
Seyyid Fehim Arvâsî…
Seyyid Abdülhakîm Arvâsî…
Ortalama kırkar sene ara ile bin dört yüz yıla yakın bir zaman şeridini tutan bu kademeler, Mukaddes Emaneti, bir avuç su halinde sahibinden aldılar ve tek zerresini dökmeden birbirinin avucuna devredip zamanımıza kadar getirdiler. «Altın Silsile» nin son kahramanı, Efendim, Mürşidim ve Kurtarıcım Abdülhakîm Efendi Hazretleri, 1943 yılında Ankara’da vefat etti ve Bağlum köyünün silîk ve sönük mezarlığında, namsız ve nişansız, bir tasın altına geçti. Tek avizesindeki tek mumda sayısız güneşler parıldayan, Allah Sevgilisine ait bâtın sarayı yolunun, kapkaranlık Sevr mağarasında açıldığını pek az insan bilir.
Nur Sütunu
YOLA DEVAM
Mağaradan çıktılar. Develeri ve hizmetçileri buldular ve Medine yolunu tuttular. Artık tarih, zamanı sayabilir… Birinci sene… İslâm takvimi islemeye başlıyor. Yolda «Kudey» diye bir yer var. Orada Ümm-ü Mâbed isimli bir kadın… Gelip geçenlere yiyecek içecek satıyor. Son derece acıkmışlardı. Kadına hitap ettiler:
— Yiyecek bir şeyin var mı?
— Hiçbir şey kalmadı; kusura bakmayın! Bir tarafta cılız bir koyun..
Allah’ın Resulü sordular:
— Şu koyuncağızın sütü de mi yok?
— Nerede, dedi kadın; öyle bitkin halde ki, sürüye gidemedi. İste olduğu yerde duruyor.
Allah’ın Resulü cevap verdiler:
— Eğer izin verirsen biraz sağalım. Ne çıkarsa bize yeter…
— Buyurun; tecrübe edin!
Allah’ın Resulü, koyunun yanına gitti, çömeldi, ellerini uzattı ve «Allah’ın izniyle» deyip sağmaya başladı. Süt… Süt fışkırarak geliyor. Çanak öylesine doldu ki, kendileri, mağara dostu ve hizmetçileri kana kana içtikleri halde yine arttı.
Onlar yola çıktıktan sonra Ümm-ü Mâbed’in kocası geldi:
— Bu ne hal? Bu koyunun tek damla sütü yoktu.
— Bir mübarek adam geldi. Allah’ın ismini söyleyip elini uzatır uzatmaz süt inmeye başladı.
— Nasıl adam anlat?
— Nur yüzlü bir insan… Simsiyah saçlı, simsiyah gözlü, incecik kaslı ve gür kirpikli… Gözünün karası gayet siyah ve akı gayet beyaz bir insan… Uzun boylu… Sesi ne fazla kalın, ne ince; amma fevkalâde tatlı… Konuşması harika…
— Kureyş’ten çıkan Peygamberdir bu zât… Keşke geldikleri zaman evde bulunaydım!.
Memesine, Allah Resulünün parmakları değen koyunu uzun zaman sağdılar. Koyun, kıtlık ve hayvan hastalıkları zamanında bile sütünü eksiltmedi.
GERİDE OLANLAR
Hazret-i Ebu Bekr’in kızı Esma Hatun:
«Allah’ın Resulü ile babam, çıkıp gittiler. Ne olup bittiğinden hiç haber alamadık. O günlerde, arkasında. Kureyşlilerden bir topluluk, Ebu Cehl kapımızın önüne geldi ve bana haykırdı:
— Nerede baban?
— Hiç haberim yok!
Yüzüme bir tokat attı, kulağımdan küpem düştü.»
Ebu Bekr ailesiyle Ali’ye, yapmadıkları baskı bırakmadılar. Atlı ve yaya, Allah Resulünün pesindeler. Süraka isimli biri, atiyle sağa sola seğirtirken onları gördü. Hazret-i Ebu Bekr de atlıyı görünce korktu:
— Ey Allah’ın Resulü, kâfirler bizi bastı!
— Korkma, yâ Eba Bekr, kâfirler bize zarar eriştiremez.
Atlı, uzaklardan, dört nala üzerlerine geliyor. Allah’ın Resûlü ellerini kaldırıp dua ettiler. Karşılıklı sese gelebilecek bir mesafede Süraka’nın atı suya düşmüş gibi göğsüne kadar kumlara batıverdi. Çabaladıkça battı. Meydanda, atın başıyla Süraka’nın göğsünden yukarısı… Süraka haykırdı:
— Bildim; duan ile oldu! Yine dua et kurtulayım, düşmanlarını savayım!
Bir duada sıçrayan ve kurtulan at.. Süraka ileride müslüman…
MEDİNE UFUKLARI
Medine.. Medeniyet kelimesinin mefhum yatağı Medine… Peygamber beldesi Medine… İşte incecik hurma ağaçlan ve dümdüz damlı çatılarıyla ufuk çizgisi üstünde yayılmış, «Medine-i
Münevvere» olmaya can atıyor. Ve zira iste, mesafeleri ağzında tatlı tatlı, ahenkli ahenkli çiğneyen bir deveye binmiş, yanında mağara dostu Ebu Bekr, Medine’ye Nur geliyor. Medine’ye yaklaşan Nur Sütunu..
Peygamber Beldesi
BÜTÜN MEDİNE YOLLARINDA
Allah Resulünün Mekke’den çıktığını haber alan Medineliler, her gün sabahtan aksama kadar, yollara dökülmüş, ufukları tarıyor. Her gün ufukları tarıyorlar ve aksam olup da batan güneş
ortalığı kızıllığa boğunca, yine hiçbir işaret görmemekten kızgın ve küskün evlerine dönüyorlar. Bir gündü. Mesafeler, yelpaze kanatları gibi dalga dalga… Bir iş için evinin damına çıkmış bir yahudi… Uzaklara baktı; ağır ağır yol alan iki deve üstünde iki insan gördü. Öyle bir hal ki, onlardan başka kimse olamazdı. Çığlığı bastı:
— Hey, müslümanlar, beklediğiniz geliyor!..
Bir koşuşmadır başladı. Evine kapağı atan, en ziynetli elbiselerini giyinen, silâhlarını kuşanan, şehir dışına çıkan, yayılan, dökülen bir kalabalık… Allah’ın Resulü, bir saatlik mesafede. Kubâ köyü civarında.. Ebu Bekr’le beraber beyazlar giyinmişler, deve sırtında geliyorlar. Yakınlardan, koşuşanlar… Allah’ın Resulünün eteklerine yapıştılar; develerinden indirdiler ve Kubâ köyünde Amr bin Avfoğullarının evine kondurdular. Güneş kızgın, hava bayıltıcı ve Medine yakın.. Biraz dinlenmelerini rica ettiler. Medine’den Küba’ya doğru akın…
Allah’ın Resulü istirahate çekildi. Ebu Bekr evin önünü dolduran karşılayıcılarla sohbet etti. Bölük bölük müslümanlar Küba’ya akmakta devam ediyor. Bu köyde dört gün kaldılar. Birden bire Medine’ye gitmek istemiyorlar ve yanı basında bulundukları Peygamber Beldesinin bütün ruhiyle ve tamamiyle zahir olmasını bekliyorlardı. Bu sırada Hazret-i Ali de, kendisine verilen emirleri yerine getirip yola çıkmış, Küba’da Allah’ın Resûlüne kavuşmuştu. Allah’ın Resulü Küba’da bir mescid yaptırdılar. İşte müslüman topluluğunun ilk mescidi… Allah onu:
«— Takva üzerine atılan mescid…» Diye andı.
Allah Resulünün, sahabîleri ile toplanıp açıkça namaz kıldıkları ilk ibadet yeri burasıdır. Medine önlerine ve Küba’ya pazartesi günü gelmişler, salı, çarşamba ve perşembe günlerini
orada geçirmişler ve cuma sabahı hareket etmişlerdi. Peşlerinde yüzden fazla insan Küba’dan ayrıldılar.
ÇÖKEN DEVE
Küba’dan çıkınca Salim ibn Avf’lara uğradılar. Orada, vadinin ortasında cuma namazını kıldılar. O noktada da bir mescid yükseldi ve ismi Cuma Mescidi diye kaldı. Peygamber Beldesinin kapılarında ilk cuma namazının hutbesinden:
«— Kıyamet günü, hesap günü… İnsanlara, çobansız bıraktığı koyunun hesabı sorulacak… Herkes, nefsini yarım hurma ile olsun kurtaracak hayırlı isi islemeye baksın. O da yoksa tatlı söz…»
Ve Allah’a hamd, Allah’ın Kitabını methettiler. Namazdan sonra develerine bindiler ve Medine… O vakit Medine gayet mamur ve etrafı bahçelik, tarlalık… Kimin önünden geçseler davet:
— Buyursunlar, ey Allah’ın Resulü…
— Bakalım, devemiz kimin evinin önünde çökecek?
Devenin yularını boynuna bırakmışlar, hiç idare etmiyorlar. Deve, sağına, soluna bakınıp Medine sokaklarında ilerliyor. Bütün şehir ayakta ve cümbüş içinde… Deve, Sehl ve Süheyl isimli iki öksüze ait, bos bir yerin önünde çöktü. Biraz sonra kalktı, azıcık yürüdü ve Ebâ Eyyub-ül-Ensarî Hazretlerinin kapısının önünde yine çöktü. Allah’ın Resulü, deve üzerinde bir müddet beklediler. Deve yine kalktı, ilk çöktüğü yere geldi, tekrar çöktü ve boynunu uzatıp toprağa koydu ve garip bir sesle inledi. Allah’ın Resulü deveden indiler:
«— Konağımız burasıdır inşallah…»
Devenin ilk ve son çöktüğü yer Peygamber Mescidi, ikinci çöktüğü yer de misafir olacakları ev…
Ebâ Eyyub Hazretleri, ilerleyip Allah’ın Sevgilisini evine aldı. Allah’ın Resulü alt katı istediler. Üstteki çardak katı ev sahibi ile zevcesine kaldı. Fakat o gece Ebâ Eyyub ve zevcesi uyuyamayacak ve Cebrail’in inip kendisine Kur’ânı getirdiği Allah’ın Sevgilisine yalvara yalvara, O’nu üst kata çıkaracaklardır.
KARŞILAMA
Karşılama; misilsiz oldu. Bütün Medine, göklerin ötesindeki mânayı getiren ve nur huzmesini Medine’ye çeviren mukaddes misafiri bir ana baba günü ayaklanışı ile ve şevklerin en taşkınıyla karşıladı. Perde arkasında oturan kadınlar, evlerin damlarını bastı. Önlerinden Allah’ın Resulü geçerken şiirler okudular:
«Medine’nin Veda Yokuşu başından «Üzerimize ayın on dördü doğdu. «Şükürler olsun; bize vacip oldu şükür…»
Genç kızlar, Arap adetince defleriyle çıktılar ve şenlik yaptılar. Allah’ın Resulü onlara sordu:
— Beni seviyor musunuz? Haykırdılar:
— Evet, ey Allah’ın Resulü… Allah’ın Resulü tebessüm buyurdular:
— Benim kalbim de sizi sevîyor.
Sokaklarda, yalınayak başı kabak, koşuşan, zıplayan çocuklar:
— Allah’ın Resulü geldi, Allah’ın Resulü geldi!
DAÜSSILA
Kısa bir zaman sonra Ebu Bekr ve Bilâl-i Habesî hummaya tutuldular. Gönülleri Mekke’ye doğru akıp gidiyordu. Mekke’nin havasını, suyunu ve nebatlarını anıp duruyorlar, onları öven şiirler söylüyorlardı. Orayı bırakmalarına sebep olan kâfirlere lanet ediyorlardı. Umumî bir daüssıla… Allah’ın Resulü dua ettiler:
«— Yârabbi, Mekke’yi sevdiğimiz gibi, bize Medine’yi de sevdir! Daha çok sevdir!.. Kilerlerimize bereket ver ve Medine’yi bize sıhhat yatağı eyle ve hummasını defet!»
Hazret-i Âyise:
«— Medine’ye geldiğimiz vakit, onu öyle bir halde bulduk ki, Allah’ın yarattığı en hastalıklı yer sandık. Biz gelince Bathân Deresinin suyu yükseldi ve dere akmaya başladı. Bu dere toprak renginde ve bozuk lezzetliydi.»
Allah’ın Resulünün duası üzerine Mekke sahabîlerine yeni bir hayat geldi. Dâva yolunda her şeye katlanmak zevkiyle doldular. Ömer şöyle dua etti:
«— Yârabbi, bana Peygamber beldesinde şehadet nasip et!»
Ve öyle olacaktır. Tez zamanda Medine’ye ısındılar.
Allah’ın Sevgilisi, Ebâ Eyyub’un evinde yedi ay kaldılar. O zamana kadar namaz vakti nerede bulunulursa, sahabîleriyle beraber oracıkta kıbleye dururlardı. Mescidlerini bina etmeyi murad ettiler. Devenin ilk çöktüğü yeri, yetimlerin vâsisi Neccarlar dan satın almak istediler… Neccarların cevabı şu oldu:
— Parayla satmayız, hak rızası için veririz.
Allah’ın Resûlü bunu kabul etmedi ve Ebu Bekr’in kesesinden on altın karşılığı o yeri aldı.
Enes bin Malik:
«— Mescid’in yeri bir kısmiyle hurmalık, bir kısmiyle bos viranelik, bir kısmiyle de kâfir mezarlığıydı. Allah Resulünün emriyle hurmalar kesildi, viranelik düzeltildi, mezarlar da boşaltılıp kemikleri uzaklaştırıldı. Dümdüz bir arsa… Peşinden kerpiç tuğlalanmasını emrettiler. Ve Mescid binasını yükselttiler. Çatısını ve direklerini hurma ağacından yaptırdılar. Bütün işi Müslümanlar gördü. Herkes kerpiç ve odun taşıdı, Ammar iki kerpiç taşıyordu. Biri kendisi, öbürü Allah’ın Resulü için…»
Allah’ın Resulü, Âmmar Hazretlerine buyurdular:
«— Herkesin sevabı bir, seninki iki… Senin dünyada son nasibin bir içim süttür ve ecelin zalimler elindedir.»
Kendileri de Mescide bizzat malzeme taşıyorlar ve su mısraları okuyorlardı:
«Pâk olan yükler bunlardır; «Ticaret malı Hayber yükleri değil…
«Bu âhiret ticaretinin yoludur ve sevap onda… «Yâ Rab, ensar ve muhacirlere sen rahmet eyle!»
Allah Resulünün mukaddes ağızlarından, bundan başka şiir serpildiği hiç görülmedi. Başkalarının şiirleri müstesna, kendisine Kur’ân nazil olan, şiir söyleyemezdi. O ânda Peygamber Mescidine kerpiç taşımanın sevki, İlâhî müsaadeyle kelâmın en büyük kahramanına ve Allah kelâmının muhatabına bir kerecik şiir söyletti. Yoksa topyekûn şiir, O’nun şahsi kelâmında erimiş ve bütün şekil ve cins hududunun dışına çıkmış bir hava, bir rüzgar bir ıtır, bir renk… şiirde O’na feda… Şiirin bu kadar üstünde olan, şiir söyleyemez. Mescidin etrafında birkaç bina daha… Onlar da kerpiçten ve tavanları hurma dalından ve Mescide bağlı… Evlerden bir ikisini teker teker zevcelerine ayırdılar ve her birinden mescide kapı açtılar.
Birinde, dafta evvel nikâhlanıp Hicretin dokuzuncu ayında zifafa girdikleri Hazret-i Ayise; öbüründe, Büyük ve Temiz Hatice’nin vefatından sonra nikahlandıktan Hazreti Sevde… Artık, Allah Resulü, bir mgnzume haline getirdikleri Mescide bağlı evlerinde… Zeyd bin Harise ile yeni âzadlı Ebu Rafı, emirleriyle Mekke’ye gitti. Peygamber kızları Fâtıma’yı, Ümmü Kelsüm’ü, Peygamber zevcesi Sevde’yi, Zeyd’in oğlu Usâme’yi, Peygamber dadısı Ümmü Eymen’i alıp Medine’ye getirdiler. Ebu Bekr’in oğlu Abdullah da, babasının aile topluluğunu aldı ve bunlara katıldı. Peygamber Beldesi Nurlu Medine…
Medine’de Manzara
SUFFA SAHABİLERİ
Peygamber Mescidinin etrafındaki evler ve hücreler manzumesinden biri de sahabilerin fakirlerine verildi. Hiçbir geçim imkânı olmayan, imân ve aşktan başka tek sermayeleri bulunmayan mü’minlere… Üstü sundurma olan bu evin ismi Suffa ve oradakiler Suffa Sahabileri… Fakirliklerinin verdiği küçüklük duygusu ileride kim bilir hangi büyüklüklere erişecek kahramanlar… İsleri güçleri ibâdet, gözyaşı, tefekkür, vecd… Her aksam Allah’ın Sevgilisi, bunları, hali vakti yerinde sahabilerin evlerine gönderir ve sofralarına iştirak ettirirdi. Bir kısmı da Allah Resulünün sofrasında… Hüreyre:
«— Vallahi, ben Suffa sahabilerinden yetmiş kişi saydım ki, üstlerinde elbise diye birşey yoktu. Ya eteği vardı, yahut boynuna bağlı sadece bir örtüsü… Bu örtüler, kiminin topuğunda, kiminin baldırının ortasında… Açılmasın diye elleriyle kapatıyorlardı.»
Şeyh-i Ekber Muhiddin-i Arabî Hazretleri, Suffa sahabilerine, onların aşk ve takvasına hayrandır.
İKİ TARAF KARDEŞ
Medine’ye gelişlerinin besinci ayında, Allah’ın Resulü, Medinelilerle Mekkeliler arasında doksan kişiyi kardeş ettiler. Tam kardeşlik… Birbirlerinin miraslarından da pay alacaklar ve hak yolunda gidecekler. Fakat âyet nazil oldu ve kan yakınlığı olmadan miras alıcı kardeşlik yasak edildi. Mânâ kardeşliğine gelince, aralarında o bağ ebedî ve bütün fedakârlıkları toplayıcı…
EZAN
Namaz vakti sahabiler kendi kendilerine toplanıyor. Mescide doğru bir seldir akıyor, gören katılıyor ve ayrıca bir davet yapılmıyor. Allah’ın Resulü bir davet sekli bulmak lüzumunu hissettiler ve sahabilerini topladılar:
— Halkı namaza ne şekilde çağıralım? Bâzı sahabiler ortaya su fikri attı:
— Nasrânîler gibi çan çalalım! Bâzıları söyle dedi:
— Yahudi usulüyle boru çalsak nasıl olur?
— Ateş yakıp yukarıya kaldıralım; görsünler ve namaz vaktinin geldiğini anlasınlar.
Allah’ın Resulü teklifleri dikkatle dinlediler ve hiçbir tercih yapmaksızın sükût buyurdular. Abdullah bin Zeyd Hazretleri bir rüya görüyor: Yeşil elbiseler giymiş bir adam… Rüyada Abdullah’a ezanı tarif ediyor. Abdullah uyanır uyanmaz doğru Allah’ın Sevgilisine:
— Bana rüyada yüksek sesle okunacak bir hitap tâlim ettiler. Ey Allah’ın Resulü! Öyle bir haldeyim ki, uyumuyordum desem yalan olmaz. İzin verirsen okuyayım.
— Oku!
Buyurdular Allah’ın Resulü… Ve Abdullah bin Zeyd okudu. Emirleri:
— İnşallah gördüğün rüya haktır. Bilâl’in sesi seninkinden gür… Ona öğret de hemen okusun.
Bilâl’in gür sesi bütün Medine’yi inletince Hazreti Ömer koşarak geldi:
— Hak Peygambersin, ey Allah’ın Resulü! Rüyada gördüğümü okuyor Bilâl!
Ömer de aynı rüyayı görmüştü. Bu hâdisede, emrini Peygamberine vermeyip O’nun yakınlarına tecelli ettiren Allah’ın hikmetiyle, Hak Peygamberin samimiyeti, her ispatın üstünde…
İlk ezanı, ilk müezzin okuyor ve Medine ürperiyor. İşte meali:
«Allah en büyük «Allah en büyük «Allah en büyük «Allah en büyük
«Şehadet ederim ki Allah’tan başka ilâh yoktur.
«Şehadet ederim ki Allah’tan başka ilâh yoktur.
«Şehadet ederim ki, Muhammed Allah’ın Resulüdür.
«Şehadet ederim ki, Muhammed Allah’ın Resulüdür.
«İyiliğe
«İyiliğe
«Kurtuluşa
«Kurtuluşa
«Allah en büyük
«Allah en büyük
«Allah’tan başka ilâh yok!»
«Allah’tan başka ilâh yok!»
Bu, davet makamında okunan ezan… Cami içindekiyse kamet… «Kurtuluşa!» nidalarından sonra
iki cümlelik ilâve:
«Kalkın namaza!
«Kalkın namaza!
Bir de sabah namazlarının ezanında, aynı yerde, iki kere:
«Namaz uykudan hayırlı… «Namaz uykudan hayırlı…
ihtarı… Fakat ezan bu değil; ezan birer şehadet parmağı halinde gökleri delen minarelerden aslî lisaniyle buram buram yükselen ve tek harfinden ayrılmayan ulvî ses…
BÜYÜ
Yahudi âlimleri, Allah’ın Resulüne büyü yaptılar. Sihir, İslâm tâbirîyle haktır, yâni vardır. Onu yapan da küfre girer. Fakat devrimizde ne kimsede onu yapabilecek ilim var; ne de din perdesinden geçinip böyle şeyler tecrübe etmek istiyenlerin maskaralıklarında en küçük kıymet… Allah’ın Resulü rahatsız oldular. Sihri Allah Sevgilisinin taraktan düsen saç tellerine düğümler atarak yapmışlardı. Buna karşı, Kur’ân’ın sonundaki (Muavvezeteyn) isimli iki sûre nazil oldu.” Meleğin delaletiyle, düğümlü saç tellerinin atıldığı kuyu bulundu, açıldı, saç telleri çıkarıldı ve, bu sûreler okunup tellere üflendi. Tellerde on bir düğüm,… Her âyetin okunuşunda, tek tek sabun köpüğü gibi çözülen düğümler… (Muavvezeteyn) sûrelerinin âyetleri on birdir. Allah’ın hikmetiyle tesir eden büyü, Allah’ın inâyetiyle silinip gitti.
MÜNAFIK
Mekke’de kâfir vardı; Medine’de münafık peydahlandı. Münafık, dışından mü’min geçinip içinden inanmayan zehirli adam… Allah’ın görür kulun görmediği içini, buna rağmen dışından ayıran ve şeytanın emrine veren samimiyetsiz… Çünkü kılıç korkusu var. Kuvvet şimdi İslâmda… Münafıklık, bir Yahudi müessesesi olarak kuruldu. Yahudi asıllı münafık, Yahudilerle birlik, el atmadığı hile ve fesad tertibi bırakmadı. İslâm, yekpare bir kale; bunlarsa tasların arasını oymağa çalışan akrepler…
Hepsi malûm… Allah’ın Resûlünce hepsi malûm… Amma ses çıkarmıyorlar. Çünkü Şeriat delil istiyor ve zahire göre hüküm emrediyor. Bâtın, esrar âlemi; onun zahir ölçüsünde yeri yok… O âlemin hesabı yalnız Allah’a ait.. Münafıkların reisi, Abdullah bin Übey bin Selûl… İlk defa kendi Peygamberine ihanet eden ve sonra bu hain ruh etrafında hususî surette mayalasan ve ırklaşan mel’un kandan gelmektedir. Yahudi’nin tarifi budur.
Allah’ın Resulü, reisleri basta, evet, münafıkların hepsini biliyor. İslâm kalesi sapasağlam ve yekpare olduğu halde bu bilginin hesabı sorulmadığı için sükût buyuruyorlar, Allah’ın cilvelerini bekliyorlar. Münafık, İslâm şevketi önünde acze düsen ilimli küfür ruhunun tebdil gezmeye başlayanıdır. Zuhuru da, kemal çığırında İslâmın artık kılıca sarılma devrini idrâk ettiğine işarettir. İslâm şevket yolunda ve küfür en tehlikeli kisvesinde… Küfrü bu kılığa sokan bizzat İslâmın kuvveti olduğuna göre Saadet Devri hesabına korku yok; fakat dâva çok nazik…