(Çöle ve Bütün Zaman ve Mekana)
LEVHALAR
Bir gün minimini Hazret-i Hasan, Mescitte, Allah’ın Sevgilisi secdedeyken omuzlarına bindi, öylece kaldılar ve küçüğü indirmediler. Bir gün de hutbelerinde, Mescide, minimininin de küçüğü. Hazret-i Hüseyin girdi. Yürürken, her adımda bir düşüyor. Allah Resulünü vecdle dinleyenler yavruya el süremiyor. Allah’ın Sevgilisi minberden indiler, Hazret-i Hüseyin’i kucaklayıp kaldırdılar, yanlarına aldılar ve:
«—Mallarınız ve çocuklarınız sizin için birer meşakkattir.»
Mealindeki âyeti okudular.
Hastaları, dertlileri, mustaripleri ziyaret ve teselli, başlıca âdetlerinden… Biri ihtizar halindeyken, baş ucunda daima O ve duada…
Gözleri yaşlı:
— Merhamet edenlere Allah da merhamet eder.»
Sahabîlerden biri cahiliyet devrine ait bir vak’a anlatıyor:
— Küçük bir kızım vardı. Malûm ya; o devirde Araplar kızlarını diri diri gömerlerdi. Ben de kızımı gömdüm. O zaman bir çığlık işittim. Baba!.. Fakat gömmekte devam ettim. Bunları anlatan birdenbire sustu. Zira Allah Resulünün gözlerinden yaş iniyordu. Bir rivayet:
Önlerinden bir cenaze geçerken ayağa kalkarlardı.
Bir Yahudi cenazesine ayağa kalktılar.
Sahabî sordu:
— Nasıl olur, ey Allah’ın Resulü?
Cevap verdiler:
— Ölüm büyük şey!
Sonradan ve bizzat kendileri tarafından bu usulün kaldırıldığı rivayeti de var…
Merhamet, Merhamet, Merhamet…
Âlemlere rahmet için gelenin başlıca şiarı… Hudutsuz acımak…
Ebu Zer:
«— Allah Resulü namazda, su mealdeki âyeti okudular: (Onları azaba uğratırsan senin kullarındır; mağfirete erdirirsen aziz ve hakîm sensin…) Okudukları âyetten o kadar teessüre düştüler ki, onu sabaha kadar tekrar ettiler.»
Bîr kadın gördüler. Çocuğundan ayrı düşmüş… Rast-geldiği bir çocuğu kucağına alıyor, okşuyor, emzirmek istiyor.
Etraflarına sordular:
— Bir kadın çocuğunu ateşe atar mı?
— Hayır, ey Allah’ın Resulü… Asla!
«— Öyle ise biliniz ki, Allah’ın kullarına merhameti, bu kadının çocuğuna acımasından çok fazfa…»
Allah kelâmından meal:
«— Rahmetim her şeyi geçti.»
«— Rahmetim gazabımı aştı.»
Uhut gazasında, mukaddes yüzleri kan, revan içinde, kâfirlere lanet okumalarını isteyen sahabîlere dediler:
«— Ben lanet edici gönderilmedim, rahmet dileyici gönderildim.»
Ve Kureyş kâfirlerine Allah’tan hidayet dua ettiler:
«— Bilmiyorlar, Allah’ım bilmiyorlar!»
Ziyaretlerinde, selâm verdikten sonra, içeriden, girmek için izin beklemek, muaşeret usulleri… Üç kere kendilerini belirtirler, davet olmazsa dönerlerdi. Oturdukları yer, başkalarınkinden yüksek olursa oturmazlardı… Abdullah bin Ömer, O’na bir yastık uzatıp kendisi yere oturduğu için Allah’ın Sevgilisi de yere oturdu ve yastığı bos bıraktı. Kapıları daima açık.. Hademesiz ve münadisiz… Fars hükümdarlarının etrafındaki tazim tavırları hakkında buyurdular:
«— Kendilerine bu türlü saygı gösterilmesini isteyenler, yerlerinin Cehennem olduğunu bilsin…»
Erkek meclislerine girmeyen kadınlar, kendileri için bir toplantı günü istediler ve haftanın bir günü onlara verildi.
Birer nezâhet ve letafet parıltısı halinde nükte ve latifeye iltifat ettikleri olurdu.
— Ey Allah’ın Resulü; oruç içinde zevcemle münasebette bulundum; ne yapayım?
— Bir köle azad et!
— Yok ki…
— İki ay oruç tut…
— Dayanamam ki…
— Altmış fakiri doyur!
— Param da yok…
Yanlarındaki bir kese hurmayı uzattılar:
— Öyleyse bunları al da sadaka diye dağıt!
— Fakat ben herkesten daha muhtacım.
— Hurmaları kendin ye o hâlde!..
Allah’ın Resulü tebessüm buyurdular ve herkes güldü.
İhtiyar halalarına buyurdular:
— Kocakarılar Cennete girmez!
Ve kadıncağızın teessüre gömüldüğünü görünce ilâve ettiler:
— Çünkü Cennete genç ve taze halleriyle girerler..
Habeşliler gelip Mescit önünde birtakım oyunlar oynarken, Hazret-i Âyise’ye bir kenardan seyretmesi için izin verdiler. Hazret-i Âyise:
«Allah Resulünün mübarek omuzlarına dayanarak seyrettim. Allah Resulü kâfi gelip gelmediğini sordukça:
— Yok, yok… Biraz daha, biraz daha..
Diye cevap veriyordum. Müsaade buyurmakta devam ettiler.»
Zevceler arasında ufak tefek bazı çekişmeleri olduğu zamanlarda arabulucu ve lûtuflandırıcı… Başka zevcelerden gelen yemek tabaklarını sık sık kıran, dirayet ve zarafet timsali Âyise’ye, bunları yemekleri ve tabaklariyle ödettiriyorlar. Bir gün de Sevde Hazretlerinin yüzüne, istemediği bir yemekten süren Hazret-i Âyise’ye aynı muamelenin tatbiki için, Sevde’yi. mütebessim, teşvik buyurdular.
Sahabîleri arasında, bir kere bile teklifsiz oturdukları, lâubaliliğe kaçacak bir harekette bulundukları, ayaklarını uzattıkları görülmedi. Kendi başlarına otururken de aynı edeb… Allah’ın huzurundalar… Bu huzuru bir ân bırakmadılar.
Ebu Said:
«_ Allah’ın Resulü, perde arkasında, gün yüzü görmemiş bakireden daha fazla haya sahibiydi.»
Sabahleyin kapıdan çıkarken, dua:
«— Allah’ım; kalbimde bir nur, dilimde bir nur, kulağımda bir nur, gözümde bir nur, ardımda bir nur, önümde bir nur, üstümde bir nur, altımda bir nur halket ve bana nur ihsan eyle!»
Taraf taraf nur cümbüşü içinde O, Allah’ın Sevgilisi…
Huzurlarında
O HUZUR
Taşları ve ağaçlan bile vecde getiren o huzurda bulduğu hali, bizzat sahabî tartf etsin:
— Öyle derin bir sükût, dikkat, aşk ve edeple dinlerdik ki, O’nu sanki başımızın üstüne konmuş bir kuşu ürkütmekten çekiniyor gibiydik.»
Bir gün huzurlarına bir adam çıktı. Gördüğü heybet manzarasından öyle ürktü ki, tiril tiril titremeğe başladı. Dişleri zangırdıyor.
Buyurdular:
«— Korkma, ürkme! Ben sultan değilim, cebbar değilim… Ben Kureyşli ve Mekkeli, o fakir kadının oğluyum ki, hamur yuğururdu.»
O huzurda, bir tek nazar ve sözle, aşkın, yüreğine ok gibi saplanıp öldürüverdiği insanlar oldu. Yüzü kapkara, kömür gibi simsiyah Habeşli sahabîlerden Esvet Hazretleri… Huzurda:
— Ey Allah’ın Resulü, bir şey soracağım… İzin verir misin?
— Sor!.
— Ey Allah’ın Resulü… Sen hem nebîlik, hem de renk sekil bakımından insanların üstünüsün… Acaba ben de senin gibi iman etsem ve âmel işlemeye kalksam, Cennette yüzüm ak olabilir mi?..
Âlemlere rahmet için gönderilen, derinler derini, namütenahi derin nazarlarını zenciye diktiler:
«— Nefsimi kudretinin elinde tutan Allah’a yemin ederim ki. Cennette zencinin aklığı bin senelik yoldan görünecek…»
Ve aşk yıldırımını tâ yüreğinden yiyen Esvet, âni bir gözyaşı fırtınasının arkasından yere yığılıp o huzurda ruhunu teslim etti.
ALLAH KORKUSU
Osman bin Maz’un’un cenazesi başında. Bir kadın, cenazeyi işaret ederek haykırdı:
— Ey Maz’un oğlu! Allah şahit olsun ki, O’nun lûtfuna ve rahmetine erdin.
Allah Resulü, dalgın, sordular:
— Nasıl bildin?
— Osman da lûtfa ermezse kim erer?
«— Ben de böyle umuyorum… Fakat ben Allah’ın Resulü olduğum halde ne göreceğimden emin değilim.»
Hudutsuz incelik… «Mutlaka affeder» kanaati de, «mutlaka affetmez» itikadı da, dinde en büyük suçlardan… En büyük korkuyla en büyük ümit arasında olacağız… Sağ ve sol kanatlar muvazenesi… Günümüzün hezeyanlarından biri:
— Allah’tan korkulmaz; Allah sevilir.
Bunu söyleyenler o ahmaklardır ki, aşkın bizzat korkulu bir şey olduğunu ve sevilenden bir o kadar korkulduğunu bilmezler, sezmezler. Sezebilselerdi ödleri patlardı. Bahsettikleri korku da Allah’a karşı duyulması gereken korku değil, kaba ve insanî ceberute duydukları zoraki his… Hiçbir inceliği anlamalarına imkân yok. İkinci binin yenileyicisi ve sahabîlerden sonra Ümmetin en büyük ferdi İrnam-ı Rabbânî Hazretleri:
«— Allah’ı rahmet tecellisiyle gördüm; başka hiç bir şey görmedim. Allah’ı kahır tecellisiyle gördüm, başka hiçbir şey görmedim.»
Sonumuzu, her kulunun sonunu, rahmeti kahrından üstün, korku ve sevginin mutlak sahibi Allah bilir. Demek ki ümit, korkudan fazla… Fakat emniyet; hayır!
Velîye ölürken ne gördüğünü sordular ve kulak kesildiler:
«— Bir belâ görüyorum, bir büyük belâ… Amma aşk belâdan ziyade…»
Hazret-i Ebu Bekr:
— Ey Allah’ın Resulü; saçlarına ak düşmeye başladı.
«—Evet, yâ Eba Bekr! Hûd Sûresi beni ihtiyarlattı.»
Rahman ve Kahhar’ın bir arada azametini bildiren sûre…
O huzurdan yükselen hitab:
«— Ey insanlar! Allah’ı hatırlayınız! Allah’ı anınız! Büyük zelzele yaklaşıyor! Evvelden takdirli neler gelecekse geliyor… Ölüm, bütün etrafiyle önümüzde… Ölüm, bütün eseriyle yanımızda..»
Ve ilâve buyuruyorlar:
«— Ey insanlar! Siz benim bildiklerimi bilseydiniz, daha az güler, daha çok ağlardınız.»
Abdullah bin Mes’ut:
«— Her milletten bir şahit getirdiğimiz, seni de bunların üzerine koyduğumuz zaman ne olur?»
Mealindeki âyeti okurken, Allah’ın Resulünün ağladıklarını bildiriyor.
ALLAH SEVGİSİ
O’nun bir velîsi sadece o nurun bir zerresine tevarüs etmekten ibaret veliliğin bir örneği, asırlarca sonra başını seccadeye koyacak ve diyecektir ki:
— Allah’ım, beni kızdırma; yoksa ne kadar merhametli olduğunu halka ifşa ederim; sana tapacak tek fert bulamazsın!
Bu cüretli eda, aşk içinde yanan ve gözü o ân hiçbir şey görmeyen o velîye, o velînin makamına mahsustur ve bizce benimsenemez. Bize düşen ölçüleri zedelemeden aşkın ne büyük şey olduğunu düşünmektir. Ateşin yakamayacağı tek şey, aşk…
Eski «İlahiyat Fakültesi» nde tasavvuf dersinden bir İmtihan sahnesi… Hoca, bir Mevlevî şeyhi… Mümeyyiz de, Nakşi kolunun asrımızdaki kutbu Esseyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri… Hoca, talebesine soruyor:
— Tarikatler arasında, ayırd edici hususiyetler nelerdir?
— Mevlevîlerde aşk ve muhabbet, Kadirîlerde harikuladelik izharı, Naksibendîlerde zühd ve takva (sofuluk ve ibâdet)…
— Sen bunlardan birini seçmek vaziyetinde olsan hangisine gönlün kayardı?
Talebe, hocası Mevlevî şeyhine bakıp biraz da ona cemîle göstermek istercesine cevap veriyor;
— Tabiî mevlevîlik efendim, aşk ve muhabbete her şey dahildir.
Nakşî büyüğü Abdülhakîm Efendi Hazretleri buyuruyorlar.
—Aferin oğlum!
İmtihandan sonra Mevlevî Şeyhi, irşad kutbu büyük Velî’ye soruyor:
— Çocuk Mevlevîliği sizin tarikatinize tercih ettiği hâlde ona aferin buyurdunuz. Sebebini izhar eder misiniz?
—Çocuk doğru söyledi. Aşk ve muhabbete her şey dahildir. Fakat Naksiliğin zâhirindeki zühd ve takva, en ileri aşk ve muhabbeti örtmek, peçelemek içindir. Tabiî bu kadarını göremezdi. İşte, Allah Resulünün, zühd ve takva, edeb ve haşyet perdesi gerisinde saklı sevgi keyfiyeti ve işte Allah Sevgisinin de en üstün tecellisi!.. Aşk ve haşyet, güneşle aksi gibi… öyleyse kimsenin Rahman’a aşkı, O’nunki kadar derin ve kimsenin Kahhar’dan korkusu O’nunki kadar kesin olamaz.
HAK
Bir Bedevî… Allah’ın Resulünden alacağını istemeye geliyor. Konuşması sert ve dik…
Sahabîler:
— Hişt, diyorlar, kimin huzurunda olduğunu biliyor musun?
Bedevî başka lâf anlamıyor:
— Ben hakkımı istemeye geldim!
Buyuruyorlar:
«— Siz de onun tarafından olmalıydınız. Adam hakkını istiyor. Hakkını isteyen sert konuşabilir.»
Cenazelerde ilk sualleri:
— Borçlu muydu?
Borçlunun cenazesine iştirak etmezler ve namazını bizzat kıldırmazlardı. İmkân bulurlarsa
ölenlerin borcunu kendileri öderler veya helâl ettirirlerdi.
Buyurdular:
«— Bir dinarı üç günden fazla üzerimde tutmak istemem… Ancak bir kere, o da borcumu ödemek için sakladığım on dinar bende üç günden fazla kaldı.»
Ebu Zer Hazretleri:
«Gece… Allah’ın Resûlüyle bir yoldan geçiyoruz. Bana döndüler:
— Bütün Uhut dağı altına döndûrülse de, benim olsa, onun tek dinarını üç gün yanımda alakoymak istemezdim; yalnız borcumu ödemeye yarayacak kadarını saklardım.»
Müşriklik devrinde, Allah’ın Resulüne ödünç verdiği zırhlardan birkaçının eksik olduğu görülünce hemen Allah Resulünün ödemek istemelerine şahit olan Saftan, yalvardı:
— Hayır, ey Allah’ın Resulü, ödemeyeceksin! Artık kalbim değişti. Müslüman oluyorum.
ADALET
«— Hırsızlığı kızım Fâtıma yapsaydı, onun da kollarını kesmekte tereddüt etmezdim.»
Hayber fethinden sonra vergi toplamaya gönderilen memurların, yahudiler tarafından öldürüldüğü bedahet derecesindeyken, ortada şahit olmadığı için hiçbir ceza tatbik etmediler. Memurlar vazife başında öldüğü için de diyetlerini «Beytülmâl» den verdiler. Cezanın en nazik hikmeti…
Bir kan güdücüye mukabeleleri:
«— Çocuk, babasının suçu için öldürülemez.»
Hayber fethine hazırlanırlarken, bir sahabîden ısrarla alacağını isteyen yahudiyi haklı gördüler. Alacağı ganimet hissesinden borcunu ödemeyi düşünen sahabîye hak vermediler. O da sırtındaki elbiseyi satarak borcunu ödedi, vücudunu başındaki sarığıyla örttü ve harbe öyle gitti.
Öyle yakıcı, eritici, bir adalet ki, yahudiler de dâvalarını O’na getirir oldular. O kadar ki, o kadar ki, şu kadar:
Bir ganimet dağılırken, Allah Resulünün başında, sıkışık bir kalabalık… Biri, âdeta Gaye-İnsan ve Ufuk-Peygamberin omuzlarına tırmanacak kadar yanaştı. O sırada Allah Resulünün elindeki ince değnek, yanlışlıkla adamın yüzünü çizdi. Hemen değneği uzattılar.
— Al değneği ve intikamını al! Adam:
— Ey Allah’ın Resulü, diye inledi; ben seni suçlu bulmadım ki…
CÖMERTLİK
Bakınız:
«— Hasis müslümandansa cömert kâfiri tercih ederim.»
Diyen Hazret-i Ali, O’nun ahlâkının kendi mizacında parıldattığı renkle konuşuyor.
Bakınız:
— Allah için bana bir şey ver!
Diyene, içinde oturduğu evi bırakıp giden Muhiddin-î Arabî, O’nun ahlâkının kendi ruhunda kaynattığı hisle iş görüyor.
Hadîs meali:
«— Ben ancak dağıtıcıyım, hazinedarım; veren Allah…»
Allah’ın Resulü geniş bir yerde otlayan keçilerini sayıyor. Biri geldi:
— Bana birkaç keçi vermez misin? Bütün sürüyü verdiler.
Adam, önüne sürüyü katıp kabilesine gitti:
— Hepiniz müslüman olunuz, hemen müslüman olunuz! Fakir düşmekten korkmayacak kadar kerîm olan Muhammed, Allah’ın Resulüdür.
Bir bedevî geldi ve namazda O’nun eteğine yapıştı:
— Birkaç ihtiyacım var… Namazın sonunu beklersem unutabilirim. Gel şunları yerine getir de namazını sonra tamamla!
Namaz bırakılmış, bedevinin ihtiyaçları yerine getirilmiş ve sonra tamamlanmıştır.
Ümm-ü Seleme Hazretleri:
«Allah’ın Resulünde bir neşesizlik sezdim. Sordum. Dediler:
—Dün elime yedi dinar geçti. Kimseye veremedim. Üzerimde kaldı.»
Çizgi Çizgi
MÂNALAR
Derin ve ince Fâtıma hizmetçisizdir. Buğdayını eliyle öğütür, suyunu kendisi taşır. Buğday öğütmekten elleri, su taşımaktan göğsü bereli… Fâtıma’nın, Allah Resulüne, utancından söyleyemediğini Hazret-i Ali’ye hissettirdi:
— Acaba gazalardan alınan kadın esirlerden birini Fâtıma’ya yardımcı veremez miyiz?
«— Ben daha Suffa sahabîlerini rahata kavuşturamadım. Böyle şey nasıl olur.»
Fâtıma’nın boynunda altından bir gerdanlık gördüler:
—Kızım; hoşuna gider mi ki, herkes Peygamberin kızı Fâtıma’nın boynunda altından bir gerdanlık gördük desin?»
Bir sahabînin düğünü için evlerinden biraz un istediler. Geldi. Evlerinde un adına başka bir şey kalmadı. Bir misafir geldi. Mevcut yemeklerini çıkardılar. Kendileri ve bütün ev aç…
Ensar’dan biri dileniyor:
Soruyorlar:
— Malik olduğun ne var?
— Yarısını altıma serdiğim, yarısını da üstüme çektiğim bir örtüyle bir su kabı..
— Bunları hemen sat ve parasını getir?
Eşya dört dirheme satıldı.
Buyurdular:
—Bir dirhemiyle çoluk çocuğuna yiyecek, bir dirhemiyle de bir ip al; dağdan çalı çırpı toplayıp çarsıya getir ve sat! Dilenme!
Bu öğütten on beş gün sonra Allah Resulünün huzuruna gelip, emrettikleri yoldan on dirhem biriktirdiğini söyleyen Ensarî, şu cevabı aldı:
«— Böyle mi iyi, yoksa Kıyamette alnında dilenci damgasiyle Hakkın huzuruna çıkmak mı?»
Ölçü:
«— Yüksek el, alçak elden; veren el, isteyen elden daha hayırlıdır.»
Bu fermana hedef olan sahabî; ömründe bir daha kimseden bir şey istemedi.
Buyurdular:
«— Eve girdiğim zaman, bazen bir kenarda hurmalar görür, onlardan tadmak ister, fakat belki birinin bıraktığı sadakadır diye el süremezdim.»
Varlığın nuru ve O’nun nesli sadaka kabul edemez. Bir gün bu inceliği hatırlattıkları, minimini Hazret-i Hasan, ağzındaki hurmayı dışarı attı.
Hediyeleri lütfen kabul ederler ve karşılığında, kâinat çapındaki hediyelerini verirlerdi. Bizans İmparatorundan hediye gelen kenarları ipekli kürkü, yeğenleri Cafer’e verdiler; Cafer de onu giyip huzurlarına gelince buyurdular:
«— Ben onu sana giymen için vermedim; sen onu, dost ve kardeş Habeşistan hükümdarına takdim et!»
Arap büyüklerinden Adiyyi bin Hâtem bir aristokrat… Allah Resulünün, bir. Peygamber değil, bir hükümdar olduğuna inanıyor. Kabilesinin büyükleriyle beraber O’nu görmeğe geldi. Kendisi, maiyeti içinde ihtişamla dikilmiş, beklerken, bir de gördü ki, zayıf ve ihtiyar bir kadın, Peygamberler Peygamberinden kendisini hususî olarak dinlemesi ricasında bulunuyor. Peygamber de kalkıyor kadının arkasından gidiyor ve onu dinliyor:
— Şimdi anladım ki, diye bağırdı kibirli asilzade; O bir hükümdar değil, bir Peygamber!..
Zina ettiğini itiraf, daha doğrusu ilân eden bir adama, üç kere omuzlarını çevirdikleri halde adam ısrarında sabit…
— Ben zina ettim!
— Sen evli misin?
— Evet…
— Bahsettiğin kadınla sadece görüştün, değil mi?
— Hayır, onunla cinsî münasebette bulundum! Ancak bundan sonradır ki, adam hakkında ölçünün tatbikini emrettiler.
Günahı cemiyet meydanına dökmekte günah üstü günah…
O, Dünyaya sırt çevirmeye, tenasül uzuvlarını kesmeye, hayvan eti yememeye meyleden ve düştükleri vecd içinde büyük ölçü kıvamını kaybeder gibi olan birkaç sahabîyi bu niyetlerinden şiddetle menettiler:
«— Ben, hem evleniyor, hem de hayvan eti yiyorum!»
Dâvanın, nefsi kahretmek değil, terbiye etmek olduğu sırrı… Bu sırra birkaç yerde dokunduk…
Kays bin Saad:
«Bir seyahatimde, putperestlerin secde ettiğini gördüm. Bu manzarayı Allah’ın Resulüne anlattım ve dedim:
— Buna lâyık ancak sen olabilirsin!
— Ne diyorsun. Ben öldükten sonra kabrimin önünde secde mi edeceksiniz?
— Hayır, hayır, ey Allah’ın Resulü!..
— Ben sağken hiç edemezsiniz!»
O huzurdan yükselen ihtar:
«— Hürmette mübalâğa ye ifrata kaçmayınız! Hududa riayet ediniz! Hıristiyanların İsâ bin Meryem hakkındaki zanları gibi vehimlere düşmeyiniz. Ben yalnız, Allah’ın kulu ve Resulüyüm.»
Bir düğünde, genç kızların okuduğu bir şiirde:
«Yarın ne olacağını ancak Allah’ın Resulü bilir. Zira gaibi Allah’tan başka kimse bilmez.»
Mısralarının bir daha okunmamasını emrettiler.
Abdest alırken kullandıkları suya üşüşenlere buyurdular:
«— İçinizde, Allah ve Resulüne sevgisini göstermek isteyen varsa, doğru sözlü, doğru özlü, emanete müstahak ve komşu hakkına riayet edici olsun…»
Ve bir gün, kimbilir nasıl bir tecelli sonunda renkleri uçmuş, sahabîler meclisine gelip, o huzurda başlarının üstündeki kuşu ürkütmemek isteyen vecd ve aşk kahramanlarına hitap ettiler:
«—Dünyanın sofrası gitti ve kederi kaldı.» Hep, her gün biraz daha koyulaşan o kederin loşluğu içinde sürünüp gidiyor değil miyiz? Dünya her gün biraz daha karanlık…