Hz. Mevlana Hâlid-i Bağdâdi (k.s)

Hicrî (1192-1242), miladi (1769-1829),o zaman Osmanlı’nın Irak’ta Musul’a yakın Sehrizor’da doğdu. Künyesi:Hüseyin Oğlu Mevlâna Hâlid Ziyaüddin’dir. Nesepleri Hz.Osman Zinnureyn (r.a.)’e ulaşır. Anne tarafından nesebi de zamanının büyük velilerinden Pir Hızır’a ulaşmaktadır. Çok küçük denilebilecek yaşlarda medrese öğrenimine başladı. Önce Karadağ medreselerinde Şâfiî ilmihalini tahsil etti. Sonra Süleymaniye’ye geçer ve burada büyük âlimlerin takdirini kazanarak Bağdat’a gider.

Zahirî ilimleri tahsil etmiş; burada kendisiyle tanışan zamanın meşhur âlimleri onun zekâsına ve kısa zamanda kazandığı ilmine hayranlıklarını gizleyememişlerdir. Çeşitli ilim meclislerinde zamanın bütün âlimlerine üstünlüğünü kabul ettirmiştir. Bağdâdî, tefsir, hadis, fıkıh, tasavvuf, akaid, sarf, nahiv, bedi, beyan, meani, vaaz, adab, aruz, usul, mantık, hikmet heyet, hendese, hesap, belagat, kelam; usturlap gibi Ulum-u aliye ve ulum-i nafia da vakıftı. Bütün bu ilimleri bilen Mevlâna Hâlid yine de gönlündeki büyük bir boşluğu dolduramamıştır ve bir arayış içerisindedir.

Tasavvuf ilminde sık sık bahsi geçen ledünnî ilmi artık onun sahip olmak istediği son ilim dalıdır. Bu arayış içerisinde olduğu günlerde hac yolculuğuna çıkar. Önce hac farizasını yerine getirip ondan sonra kendisine ledün ilmini öğretecek bir mürşid-i kâmil arayışına girecektir. Önce Suriye’ye geçer, burada bir Kadirî şeyhinden ders alır ve hemen kendisine icazet verilir. Yolculuğuna devam eder. Mekke yolunda bir hâl yaşar; aradığı mürşidin Kâbe’de olduğu söylenir. Hac farizasını yerine getirir. Sonra her gün Kâbe’nin etrafında kendisine işaretle bildirilen zatı aramaktadır.

Bir gün yine o arayış içinde dolanmaktadır ki Kâbe’nin etrafında birisi sırtını dayamış Kâbe’ye, kendisini seyretmektedir. Biraz yaklaşır; fakat sırtını Kâbe’ye dönmüş şekilde oturması ona garip gelmiştir. Birden vazgeçer geri döner. Tam oradan uzaklaşmak üzeredir ki bir ses “Mevlâna Hâlid” diye ismiyle çağırır onu. Tekrar geri döner, biraz önce oturuşunu beğenmediği kişidir, kendisine ismiyle seslenen. Daha büyük bir hayret içerisinde yaklaşır, “Oturuşumuzda ne var ki beğenmezsin? Halil’in beytine sırt dayadık, Celil’in beytini seyrederiz” der. Öyle bir tesirli sesle ve ahenkle söylenmiştir ki bu sözleri, sendeler ve ayaklarına yığılır adeta, aradığım sizsiniz diye yüzünü sürer ayaklarına. “Hayır, aradığın Hindistan’da oraya, oraya” der meçhul adam. (O mübarek zatın bazı mutasavvuflara göre Abdullah Dehlevi (k.s) hazretlerinin olduğu, bazı mutasavvıflara göre de Mazhar-ı Can-ı Canan (k.s) hazretlerinin olduğu görüşündedirler. Nitekim bizde bu görüşteyiz.)  Ve uzaklaşır oradan, artık hiç olmazsa nereye gideceğini bilmektedir. Hac dönüşü Süleymaniye’de iki ay kalır, sonra sevenlerinin gitmemesi yönündeki bütün ısrarlarına rağmen yola koyulur. Tam bir yıl sürer yolculuğu. Cihanabad’a ulaşır.

Yolda adeta her gece Abdullah Dehlevi (k.s) hazretlerini görmüştür rüyasında ve işte ulaşmıştır ulu şeyhe. Şehre girince beraberindeki bütün ağırlığını fakirlere dağıtır ve Dehlevî’nin tekkesinin yolunu tutar, tanıtır kendini. Şeyh daha otur demeden abdesthanelerin olduğu yere götürür onu ve ona emreder: “İşin karşıdaki ırmaktan buranın suyunu taşımak” der. Ve bu onunla uzun zaman içinde son konuşmasıdır. İki ucunda iki kancalı ip bulunan bir sırık verilir ve iki uçtaki kancalara takılacak iki büyük su kabı. Ve o an başlar 6 ay boyunca sürecek hizmeti. Sabah namazından hemen sonra başlar ve 500 metre uzaklığındaki ırmaktan su taşır ve yol üstünde zaman zaman karşılaşmaktadır şeyhi ile. Ama selamlaşmanın dışında hiçbir konuşma geçmemektedir aralarında. Bu böyle altı ay devam eder; su taşıdığı yolun üzerinde yaşlı bir Mecusi kadının evi vardır ve su sırığının Mevlâna Hâlid’in omuzlarını yara yaptığını ve yaraların zaman zaman kanadığını görmüştür. Üzüntüden sabaha kadar uyuyamaz. O zaman su sakalarının kullanıldığı yün omuzluklardan diker ve yoluna çıkar vermek ister. İtiraz eder Mevlâna Hâlid. Fakat kadın “Kime hizmet ediyorsan onun başı için al bunu” der. Mevlâna Hâlid çaresiz kabul eder ve omuzluğu omzuna yerleştirir. O da ne? Şeyhi kapının önünde beklemektedir. Sertçe çıkışır Mevlâna Hâlid’e: “Amma da rahatına düşkünmüşsün, kendine omuzluk dikmişsin, yoksa usandın mı hizmetimizden?” der. Mevlâna Hâlid iki gözü iki çeşme sarılır efendisinin ayaklarına: “Efendim, sultanım, size malumdur ki bu omuzluğu ben koymadım omzuma; şuradaki evden bir yaşlı kadın hâlimizeacımış, o verdi, kabul etmedim. Fakat “Kime hizmet ediyorsan onun başı için” deyince çaresiz kabul ettim. Şimdi yaş, Dehlevî’nin gözlerinden akmaktadır.”Kalk oğlum, biz merhamette bir Mecusi kadın kadar da olamayacak mıyız, bırak kovaları ve sohbete katıl!” Artık sohbet ve teveccüh kapısı açılmıştır. Süzülür o kapıdan içeri. Altı ay boyunca süren sohbetlerde öyle bir fetih kapısı açılmıştır ki ona, önce şeyhinde sonra Resulullah’ta sonra da Allah’ta fena ve beka hâsıl olmuş ve ehline malum bütün fetihler gerçekleşerek dönüş de tamamlanmıştır. Ve kendisine 6 büyük tarikatta icazet verilmiş ve artık ayrılık zamanı gelmiştir. Dehlevî Hazretleri, onu ata bindirir. Ve yaya olarak dört fersah yanında yürür. Bu arada ona son emrlerini iletir.

“Allah bize ne verdiyse biz de onu size verdik. Az verdik çok aldınız. Az söyledik çok anladınız. Git artık tekkeni kur ve Nakşiliği yedi iklime yay. Oralarda bu yola bulaşan bidatleri sök at. Tarikatımızı şeriat ve sünnet üzere ihya et ki Allah da sizi ve de bizi ihya etsin. Sen nasılsan halifelerin de öyle olsun. Neyi helal biliyorsan onu helal bilsin, neyi haram biliyorsan onu haram bilsin, söylediğini söylesin, ona ilave yapmasın, gördüğünü yaşasın ve yaşatsın. Bu tarikatın çok hassas olduğu üç şey vardır. Bunları yapana ve yapılmasına göz yumana bütün büyüklerimizin laneti olsun. Gıybet, Bidat, Şöhret. Bu üç tarikat yasağını önemsemeyen müride iki kanatlı kuş gibi uçsa itibar edip görev verme. Cezbe, keramet, keşfi reddedemeyiz. Ama bunların hiçbiri velayetin şartı değildir. Şart olan istikamet, istikamet, istikamet. Bu olunca her şey tamam. Olmayınca her şey noksan.” Bunlar son sözlerdir. Ve ayrılıyorlar.

Dönüşte uğradığı her yerde insanları hidayete davet ediyor. İsteyene de tarikat dersi veriyor, istedikleri tarikattan. Ama kendi ve yakınlarının tarikat amelleri ves ohbetleri Nakşibendî düsturu üzere. Yolda karşılaştığı birçok Rafızî ile, tartışmalara giriyor ve onların bütün tezlerini çürüterek, liderlerini, adamları önünde küçük düşürüyor. Pusular kuruluyor; ama hiç kimsenin gücü yetmiyor. O ne ilimle ne de kaba kuvvetle alt edilebilecek birisidir artık. Mevlâna Hâlid-i Bağdadi (k.s) hazretlerini dönüşünde binlerce insan karşılar. Süleymaniye’de kısa bir zaman kalır. Buradan Bağdat’a geçmiş Abdulkadir zaviyesine yerleşmiş ve irşat görevine burada devam etmiştir.

Mevlâna Hâlid bu zaviyeye yerleşince Vali Said Paşa kendisini ziyaret etmiş, burada Mevlâna Hâlid-i Bağdadi (k.s) hazretlerinin manevi vücudunun büyüklüğünü bir hâl olarak görmüş ve saatlerce kendinden geçerek baygın kalmıştır. Kendisine gelince Bağdâdî Hazretleri’nden dua talep etmiş, Bağdâdî ise “Kıyamet gününde herkes kendisinden sorulacaktır. Fakat sen hem kendinden hemde idaren altında bulunan bütün insanlardan sorulacaksın. Bunun için Allah’tan kork ve onun azabını celp edecek şeylerden sakın” buyurmuş. Bunun üzerine, Vali Said Paşa feryat ile ağlamıştır. Said Paşa yanından ayrılınca onun imanının sıhhatini haber vermiştir.

Bağdat’ta sevenleri, bağlıları arttıkça bazı âlimlerin ve henüz kemale ermemiş tarikat liderlerinin muhalefetine ve iftirasına muhatap olmuş. Fakat kendisi bunlara cevap verme gereğini bile duymamıştır. Bir Kadirî şeyhi olan Berzençli Şeyh Ma’ruf tarafından Mevlâna Hâlid-i Bağdadi (k.s) hazretlerinin tekfirine kadar varan suçlamaları içeren bir kitap te’lif edilmiştir. Seyyid Ma’ruf  ve beraberindeki cemaat kendilerine yardım etmesi için Musul’dan Şeyh Yahya el-Mervezî’yi Bağdat’a davet ettiler. El-Mervezî, Mevlâna Hâlid hazretleriyle görüştükten sonra onun hakkında yazılanların ve söylenenlerin hiçbirinin doğru olmadığını anladı ve kendisinin talebeliğe kabulünü rica etti. Bunun üzerine Şeyh Ma’ruf yazdığı risaleyi Bağdat Valisi Said Paşa’ya gönderip Mevlana Hâlid hazretlerinin Bağdat’tan çıkarılmasını istedi. Said Paşa’nın “Sübhanallah! Mevlâna Hâlid Müslüman değilse kim Müslüman’dır?” diyerek mektubu yere atıp çiğnemiştir. Said Paşa âlimlerden konuyla ilgili bir reddiye yazmalarını istemiş. Bağdat Müftüsü Ubeydullah Haydarî Kur’ân-ı Kerim ve sünnetten nakil delilleri ve ileri gelen âlim ve sûfîlerin de görüşlerinin yer aldığı bir risale yazmıştır. Ve bu risale zamanın büyük âlimleri tarafından onaylanarak yayımlanmıştır. Bundan sonra Mevlâna Hâlid tekrar Süleymaniye’ye giderek irşat faaliyetlerine başlamıştır. Burada bir zaman irşat görevini devam ettirmiş. Buradan birçok bölgeye kısa süreli tebliğ ziyaretleri yapmıştır. Daha sonra tekrar Bağdat’a dönmüş, kısa bir süre sonra da halife ve müridlerini yanına alarak Şam’a giderek buraya yerleşmiştir.

Mevlâna Hâlid-i Bağdadi (k.s) hazretlerinin üç hanımı vardır. Bunlardan ikisi Bağdâdî’nin vefatından çok kısa bir süre sonra vefat etmiş üçüncü hanımı Hatice Hanım uzun seneler yaşamıştır. Bu evliliklerinden Şihabüddin, Bahaüddin, Abdurrahman ve Necmüddinadında dört erkek evladı olmuş ve üçü kendisinden önce vefat etmiştir.Mevlâna Hâlid, Şam’a geldiğinde oğlu Şihabüddin ve hanımları Bağdat’ta kalmıştır. Mevlâna Hâlid hazretleri , sonradan mektup yazarak onları yanına çağırmış, onlar da Şam’a ulaşmak için hemen yola koyulmuşlardır. Urfa’ya geldiklerindeMevlâna Hâlid hazretlerinin halifelerinden Urfalı Muhammed Hafız’ın evinde misafir olmuşlar ve Şihabüddin burada vefat etmiştir. Vefat anında Şam’daki dergâhında sohbet etmekte olan  Mevlâna Hâlid-i Bağdadi (k.s) hazretlerinin gözlerinden iki damla gözyaşı akarken aynen şunları söyler: “Şihabüddin şu anda Urfa’da vefat etti. Allah bize ve annesine sabır versin.” Hemen halifeleri tarafından o günkü tarih kaydedilir. Sonradan bu olayın Urfa’da aynı tarih ve aynı saatte gerçekleştiği öğrenilir.

Diğer oğlu Muhammed Bahaeddin ise halifelerinden Muhammed Nasih’in talebesi idi. Beş yaşında olmasına rağmen Arapça ve Farsçayı çok güzel konuşan çok zeki ve akıllı bir çocuktu. 28 Şevval 1242 Cuma gecesi taum hastalığından vefat eder. Mevlâna Hâlid-i Bağdadi (k.s) hazretleri, vefat haberini aldığında “Ey Rabbim, bu musibete karşı beni sabır,genişlik ve sevinçle rızıklandır. İnşallah yüksek katınızda büyük bir azık olur.Oğlum Bahaeddin mıknatısımızdır. Bizi kendisine çeker, hepimiz ona gideriz, vekilimizdir.” demiştir. Muhammed Bahaeddin’in cenaze namazını Mevlâna Hâlid hazretleri kendisi kıldırmış ve Kasiyon Dağı’nda “Tel” adlı yere defnedilmiştir. Muhammed Bahaeddin’in vefatından kısa bir süre sonra Zilkade ayının ikinci Pazartesi günü diğer oğlu Abdurrahman da taum hastalığından vefat etmiş ve kardeşinin yanına defnedilmiştir.

Kısa bir zaman sonra yaptığı bir sohbette “Şam’a ölmekten başka bir gaye için gelmedik.” diyerek, ölümünün yaklaştığını haber vermiş ve o yıl ramazan ayının son günü kendisi de oğulları gibi taum hastalığına yakalanmıştır.Oğlu Bahaeddin’in defni sırasında halifesi Şeyh Abdulkadir ed-Dimlânî’ye“Bugün mezarımı kazmaya başlayın” diyerek mezarının yerini göstermiştir. Mevlâna Hâlid hazretleri, oğullarının hastalığı sırasında üzülmüş ve üzüntülerini etrafındakilere hissettirmişse de vefatlarından sonra hiç üzülmemiş, aksine sevinmişlerdir. Bu duruma halifeleri ve müridleri hayret ederek sebebini sormuşlar, Mevlâna Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri şöyle buyurmuşlardır:“İnsanın hasta ve ölüm döşeğinde evlatlarına acıması ve üzülmesi, tabiat icabıdır. Fakat olgun olan kimse sevgilisinin istediği şeyden dolayı sevinir. Cenab-ı Hakk’ın işlerine, takdirine, kader ve kazaya razı olur. Zira Resulullah (s.a.v.) Efendimiz Hazretleri İbrahim Hazretleri’nin vefatına üzüldüler ve Göz ağlar, kalp mahzun olur. Ey İbrahim, senin ayrılışından hüzünlüyüm!” buyurdular. Mevlâna Hâlid (k.s.) Hz.leri buyurdular ki: “İnsanların, Mevlâna Hâlid keramet izhar ediyor, demesinden korkmasaydım bütün arkadaş ve dostlarımla vedalaşırdım. Bu Cuma gecesi gideceğimizi zannediyorum.” O anda yanında bulunan halifesi Şeyh İsmail bu sözlerden o kadar etkilenir ki, üzüntüsünden bayılıp şeyhinin ayaklarına düşer. Adı geçen halifenin annesi yemek getirerek mübareğe ikrameder. Fakat mübarek “Bu ve bundan başka yemeklerden yiyemeyeceğim. Ölümü isteyen hem de yemek yiyen hiçbir adam gördünüz mü?” buyurdular. Uzun bir müddet hiçbir şey yemediler. “Dünya yemeklerinden doymuş olarak Rabb’ime kavuşmayı arzu etmem.” buyurdu.

Evladıyla şakalaşan bir baba gibi evin içinde ayaklarını sevinçle yere vurup duruyorlardı. Bundan önce böyle bir hâl kendilerinde görülmemişti. Bütün kitaplarını bir senetle vakfetti. Bütün halifelerini ve müridlerini bir araya toplayarak onlara şu son sözlerini söyledi: “Ey dostlarım, müridlerim, Şeyh İsmail el Enaranî’yi (k.s.) halife tayin ettim. Ondan sonra Muhammed Nasih, ondan sonra Abdülfettah, ondan sonra İsmail el-Gazi Efendileri yerime vasi olarak seçtim. Bin kuruşu namaz borcumun düşürülmesi (iskat) için ayırdım. Mezarımın yanına da bir su sarnıcı yapılmasını sağlamak için gerekenin yapılmasını vasiyet ettim. Geri kalan paranın kapımızda bulunan fakirlere verilmesini de ayrıca vasiyet ettim. Kamusun arkasında yazılı şekilde yerime İsmail Efendi’yi ve diğer halifelerimi bakıcı ve vasi olarak seçtim. Hepiniz İsmail Efendi’ye tam bir itaatle boyun eğerek emirleri dışına çıkmayınız. Bunu size vasiyet ederim. Hz. Muhammed (s.a.v.)’in sünnetine sarılarak içinde bulunduğumuz tarikatta doğru yol üzere olunuz. Karşılaşacağınız güçlüklere sabır ve tahammül gösteriniz. Bizim vefatımızdan daha büyük musibet size ulaşmaz. Ahlakımı, şekil ve şemailimi sayarak, bağırıp çağırarak ağlamak suretiyle ruhuma zahmet vermeyiniz. Etrafa mektuplar yazarak vefatıma, hiçbir kimsenin üzülmemesini ve ağlamamasını tembih ediniz. Beni seven ve bana muhabbet eden, benim için kurban kessin. Ruhuma Kur’ân, Fatihalar ve kıymetli dualar göndersin. Dünya sevgisiyle gönülleri dolup sarhoş bazı kimselerin “Sadakaya muhtaç değilim. Ancak Fatiha ve İhlas-ı şeriflere muhtacım” dedikleri gibi, sakın siz de böyle demeyiniz. Benim için maddi iyiliklerde de bulununuz ve sadaka veriniz. Sizi bize yaklaştıracak işler işleyiniz. Ömrümüz elliye ulaşmıştır. Otuz beş senelik farzları ıskat ve kaza ediniz. Ömrümüzde kuşluk, evvabin ve teheccüt namazını da diğer beş vakit farz namaz yanında hiç terk etmedik. Ey İsmail, halife ve arkadaşlarımın kıymetini biliyorsun. Onlara sıkıntı verecek şeylerden sakın. Zannederim ki yakın zamanda kasrımın yakınında fakirler için bir tekke inşa edilir.” Bu konuşmadan sonra eve girdiler, o anda sıhhat ve afiyetleri yerinde idi. Fakat evden bir daha çıkmadılar.

İsmail Efendi beraberinde yirmi kişi ile yanlarına girip kendisini ziyaret etmek istediler. Sağ tarafına yatmış bir vaziyette murakabe halinde idiler. Şeyh İsmail nasıl olduklarını sordular. Teşekkür ve iltifat olarak gözlerini açıp kendilerine baktılar ve meşgul edilmek istemediklerini işaretle belirttiler. Sabahleyin yapılan hatme-i hâcegânı teşrif buyurmadılar. O gün kimseyle konuşmadılar. Çektiği büyük ızdırap ve sıkıntıya rağmen ızdırabını belli edecek hiçbir kelime ağızlarından çıkmadı. Sadece namazları için abdest alıp namazlarını kıldılar ve tekrar sağ kolu üzerine yattılar. Böylece akşam ezanı okununcaya kadar murakabe hâlinde kaldılar. Molla Ömer akşam namazı için ezan okumaya başladığında “Allahu ekber” deyince “Ey (Allah’ı anmakla) huzura kavuşan nefs, dön Rabb’ine; sen ondan razı, o senden razı olarak, haydi gir cennetime!” ayetlerini okuyarak bitirdikten sonra ruhları yüksek kutsi âlemdeki makamına yükseldi.

Halifeleri: 365 halife çıkardığı söylenmektedir. Ancak bunların 100 tanesinin ismi günümüze kadar gelebilmiştir. Biz buraya Anadolu’ya gönderdiği halifelerinden ismi bilinenleri alacağız.

ANADOLU HALİFELERİ
1. Seyyid Tâhâ el-Hakkârî
2. İsmail Şirvanî
3. Ahmet B. Süleyman El Ervanî
4. Muhammed B. Abdullah Enh
5. Abdulfettah el-Akrî
6. Osman Siracüddin
7. Muhammed Hafız er-Ruhanî
8. Ahmet Eğribozî
9. Ali Septî
10. Feyzullah Erzurumî
11. Hasan Kutsi Efendi
12. Hüseyin Vaiz Efendi
13. Ahmet Siyahî
14. Abdullah Mekkî Erzincanî
15. Abdullah Şemdinî
16. Hâlid-i Cezerî
17. Seyyid Abdullah el-Hakkârî

Buraya isimlerini kayıtlarda bulamadığımız için alamadığımız diğer halifelerinin ruhaniyetlerinden özür diliyoruz. İşte bu halifeleri çıkaran Mevlâna Hâlid (k.s) Hazretleri onların hilafet şartlarını belirlemiş ve uygulayacakları tebliğ ve irşat metodunu kuracakları tekkelere ders verecekleri kişilerde aramaları gereken hususlara varıncaya kadar sözlü ve yazılı olarak bildirmiştir ki işte bunlar Hâlidîliğin esaslarıdır. Mevlâna Hâlidi Bağdâdî (k.s) ve bu büyük halifelerinin yaşadığı ve yaşanmasını istediği Hâlidîliği madde madde bütün kurallarıyla ortaya koymaya çalışacağız.

HÂLİDÎLİĞİN ESASLARI
Bu yüce yolun bağlılarının bu yolda yürümeleri, yol almaları için aşağıda yazılacak temel esasları kabul etmeleri ve bunlara kesinlikle uymaları gerekmektedir. Bir Hâlidî mürşidinden ders alan herkesin bu esaslara harfiyen uymadıkça bu tarikattan ve mürşidinden istifade etmesi kesinlikle mümkün değildir. Burada kastedilen istifade seyr ü sülûk (Allah yolunda yolculuk) manasınadır. Yoksa bu yolun mürşitlerini ve mensuplarını sevmenin ve onlara saygı duymanın her insana sağlayacağı bir istifade vardır ki, kastımız tabii ki bu değil. Mevlâna Hâlid-i Bağdâdî (k.s), Nakşibendî tarikatının Hâlidî kolu halifelerinden, vekillerinden ve müritlerinden uymasını istediği ve bunlara uymayan bizden değildir dediği Halidiliğin esasını teşkil eden kurallar:

1. Şeriatsız tarikat olmaz.
2. Şeriata ve sünnete uymayan hiçbir işimiz, fiilimiz ve amelimiz yoktur; olamaz. Bir halife veya mürit, kendisi şeriata ve sünnete uymadığı hâlde Nakşî olduğunu ve bizim yolumuzda olduğunu söylüyorsa ve siz de onlara inanıyorsanız, Allah onları ve sizi ıslah etsin. Zira siz de onlar da ancak sapıklardansınız.
3. Gıybetle zinanın farkı yoktur. Hatta gıybet edenin işi daha zordur. Çünkü zina eden her halükârda işlediğinin günah olduğunu bilir ve tövbe eder. Hâlbuki gıybet eden, çoğunlukla günah işlediğinin farkında değildir. Bunun için tövbe de etmez.
4. Şeriatın helal kıldığını al ve onu hayır yolunda harca.
5. Mümin kardeşin ihtiyaçlıyken sen gereksiz harcama yapma.
6. Hiç kimseyi hakir görme. Nefsinin, başkasından üstün olduğunu düşünme ve nefsine iyi bir işi olmadığını telkin et.
7. Şeytanın akıllarıyla oynadığı kimseler gibi Allah’ın fazlına güvenip ibadetlerini terk etme.
8. Zikr-i kalble ibadetlere devam et.
9. Hüküm sahibi hiçbir emirin işine girme.
10. Abdestsiz gezme, yeme, içme, uyuma.
11. Sünnetleri terk etme. Ruhsatları gücün nispetinde terk et.
12. Namazlarını kazaya bırakma. Kazaya kalanı da hemen kıl.
13. Başındaki görevlilere karşı çıkma. Onlarda şeriata ve tarikata muhalif bir hâl görürsen görev yeri dışında yalnızken onu uyar, yine aynı hâller devam ederse mürşidine bildir.
14. Şeriata ve sünnete uygun olmayan sohbet etme, edene de yakın durma.
15. Mürşidine olan bağlılığını göstermenin en güzel yolu, mürşidinin emrini tutmaktır.
16. Sevdiğinin emrini erteleyen, onu sevmiş değildir. 
17. Şeyhinin münkiriyle görüşme. Ona dil uzatana gücün neye yetiyorsa onunla karşı dur. Onu inkâr edene selam bile verme.
18. Tekkene malen, bedenen hizmeti ihmal etme, bir şartla; ailenin nafakasını keserek yaptığının sana bir faydası olmaz.
19. Helal kazan, israf etmeden ye iç.
20. Hatmesini, dersini, virdlerini ve nafile namazlarını 15 gün özürsüz terk eden, müritlikten çıkmıştır; geri dönmesi için durumu mürşidine bildirmeli, mürşidi kabul ederse dersini tazelemelidir.
21. Zina günahı, müridin ihracına sebep olur. Tövbesi şeriatta kabul edilir; ancak tarikatta şartlara bakılır; ya kabul edilir ya da edilmez. Kabul edilse de seyr ü sülûk yeniden başlar. Bu hâl müridin bütün amelinin silinmesine sebep olur. Allah korusun.
22. Siyasetle uğraşan mürit olabilir. Tek şartla, bu kimliği ile tekkelere giremez ve ne sebeple olursa olsun tekkelerimizde siyaset yapamaz.
23. İnsanların veya emirlerin rızasını kazanmak için tarikatımızda değişiklik yapmaya kalkışanın bizim tarikatımızla bağı kesilmiştir.
24. Tarikatı kendi siyasi, ticari emellerine alet eden kişi, bu tarikatın büyüklerine savaş açmış gibidir.
25. Tarikata yeni giren kişinin ilk yapacağı iş, bütün ibadetlerini eksiksiz yapabilecek kadar Kur’ân, fıkıh ve ilmihal bilgisini öğrenmektir.
26. Cuma günleri, cuma namazına kadar gideceği yere varamama ihtimali olan, yolculuklara çıkmasın. Cuma namazına boy abdestli olarak gitmeye gayret edin.
27. Teveccühe boy abdestli ve hiçbir yiyecek yemeden gelin. Ağzınızı ve dişlerinizi yıkayın ve temiz giysiler giyinin.
28. Kadın ihvanlarla münasebetlerinizde hiçbir ayrıcalık tanınmamıştır. Şeriat ölçüleri aynen geçerlidir.
29. Kadın ihvanlarla erkek ihvanlar bir arada hatme okuyamazlar. Aynı hatmeye ayrı bölümlerde katılsalar da kadınlar okuyamaz, yalnız dinleyebilirler.
30. Kadından halife, vekil olamaz. Ancak mecburiyet hâlinde tarife verebilirler.
31. Erkek müritler kendi mahremi olan hanımlara ders tarif edebilir.
32. Tarikata bir bidat sokanın günahı, on kişiyi katleden bir katilin günahından daha büyüktür.
33. Açık zikir bu yolun yolcularına kesinlikle yasaklanmıştır.
34. Sesli cezbeyi kınamayın. Ancak çok itibar da etmeyin.
35. Şeriat ve sünnetlere uymayan kişilerde meydana gelen cezbe, keşif ve keramete itibar etmeyiniz.
36. Keramet haktır. Ancak velayetin şartı değildir.
37. Peygamberler mucizelerini göstermekle, veliler ise kerametlerini saklamakla mükelleftirler.
38. Boy abesti alınıp tövbe namazı kılınmadıkça tarikata girilmiş sayılmaz.
39. Geceyi üçe bölüp ilk kısmını sohbetle, ikinci kısmını uyuyarak, üçüncü kısmını ibadetle geçirin.
40. Rabıtasız hiçbir iş yapmayınız.
41. Evvabin ve Teheccüt namazları sizi için farz namazlar gibidir.
42. Camilere ve cemaate devam ediniz.
43. İhvan kardeşinin ayıbını yüzüne vurma.
44. Hatanı ihvandan gizle, mürşidinden gizleme.
45. Rüya ile amel bizim tarikatımızda yoktur. Rüyada işaret olduğunu düşünüyorsanız rüyanızı mürşidinize anlatın.
46. Sohbet bizim tarikatımızın en önemli unsurlarından birisidir. Sohbetsiz mürşit olmaz. Sohbetsiz mürit zor yetişir.
47. Sabah namazından sonra dersinizi yapın. En efdal saat budur.
48. Salât ü selamları ihmal etmeyin.
49. Kalbe doğan şey şeriata uygun değilse itibar etme.
50. Sana muhabbet ve istikamet kazandıran sohbete devam et.
51. Mürşidinin sohbetinin olmadığı yere itibar etme.
52. Sabah namazından sonra, güneşin doğup bir saate yakın bir zaman geçinceye kadarki olan süreyi telkin olunan zikirle ihya et.
53. İkindi ve akşam arasını muhafaza et.

Mevlâna Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri’nin İstanbul’a gönderdiği halifelere verdiği talimatları, kendilerine yazılı olarak verilmiş, Hâlid-i Bağdâdî ayrıca onlardan bu talimatlara kesinlikle uyacaklarına dair yazılı ve mühürlü evrak almıştır.

1. İstanbul’a irşada gidecek halifeler, devlet ricali, vezir ve hâkimlerin yanına gidip gelmeyecek, onlarla oturup kalkmayacak, onlara ülfet ve ünsiyet etmeyecektir.

2. Kendi adına veya tekke ve zaviye adına devlet adamlarından maaş, aylık veya bağış talep etmeyecek. Bu gibi şeylerden uzak duracak. Beytülmâle de el uzatmayacak. Allah’ın fazlına ve keremine güvenecek.

3. Hanımı üzerine başka hanımla evlenmeyecek. Evlense dahi İstanbul hanımıyla evlenmeyecek. Zira bu tür evlilikle zevk ü safaya dalacağından irşat işinde ihmal gösterir.

4. Mürit olsun, ziyaretçi olsun, kimsenin halkla ilgili işlerine karışmayacak, aralarına girmeyecek. Bazı şeyhlik iddiasında olanlar gibi kendine gelenlerden tövbe ve inabe parası adıyla hiçbir bağış almayacak.

5. Kadınların, tekkesine gelip gitmelerine müsaade etmeyecek. Genç ve İslam’ın emir ve yasaklarına gerektiği gibi riayet etmeyen kadınlar için daha fazla dikkat edecek. Bunlar tarikat için gelseler dahi yine dikkatli davranacak. Çünkü şeriatın adabına riâyet ve tarikat-ı aliyenin şartlarına yapışmak, şeytanın hile ve tuzaklarına düşmemek için şarttır.

6. İstanbul’da görev yapmayı kabul eden halife, ufak meselelerde dahi kendisiyle irtibatını kesmeyecek, ihtiyatı terk etmeyecek ve ferdî davranışlardan kaçınacak.

7. Dünya işlerinde kanaatle iktifa edip devlet büyüklerinin gösterişli hayatına benzer yaşamaktan kaçınacak ve Resulullah Efendimizin (s.a.v.) “Yaşayabileceğin kadar dünyan için, içerisinde kalacağın kadar ahiretin için çalış. Muhtaç olduğun kadar Allah için, ateşin yakıcılığına dayanma gücün kadar da cehennem için çalış.” emrini hatırından uzak tutmayacaktır.

Mevlânâ Hâlid hazretleri, Şeyh Abdülvehhâb Sûsî’yi, kendilerine vekîl olarak İstanbul’a gönderdi. Bir çok kerametleri görüldü bunları mürşidinden bilmeyip kendinden bildiğinden kibre kapıldı. Saray ve devlet adamları ile çok görüşüp, sarayı ve halkın birçoğunu kendine bağladı. Mürşidi hayatta olduğu halde kendine rabıta yaptırdı. Bu haberi alan Mevlâna Hâlid (k.s) Hazretleri iki halifesini İstanbul’a yollayıp durumu öğrenince İstanbul’daki sevenlerine Şeyh Sûsî’nin büyüklerin yolundan ayrıldığını, talebelikten reddedildiğini onunla görüşülmemesi gerektiğini bildirmiştir. Şeyh Sûsî o devirde mürşidinin mürşidi de hayatta olduğundan Hindistan’a giderek Abdullah Dehlevi (k.s) hazretlerinden Mevlâna Hâlid (k.s) hazretlerinin kendisini afetmesini istemiş. Abdullah Dehlevi (k.s) hazretleri Mevlânâ Hâlid hazretlerinin kabulünün kabulü reddinin reddi olduğunu bildirmiştir.

MEVLÂNA HÂLİD-İ BAĞDÂDÎ’NİN TASAVVUFİ GÖRÜŞLERİ
Tasavvufi görüşlerini Risale-i Hâlidiye ve Mektupları adlı eserinde belirten Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri, tarikatı, “Kötü huy ve ahlaklardan kurtulmak ve bu kötülerin yerine iyilerini koymak. Kalbi temizleyerek, cilalayarak (bu ancak zikirle olur) sahibine, Allah’a teslim etmek” olarak açıklamış. Ve tarikatın kesinlikle şeriat temelleri üzerine kurulması ve şeriatla ilgili hiçbir şeyin değiştirilmemesi gereğine dikkat çeker. Adap ve usule dikkat edilmediği takdirde tarikata girmenin faziletli olamayacağını ve akıbetinin de hayırlı olamayacağını bildirir. Ona göre:

1. İnsanların rızası göz önüne alınarak tarikatta herhangi bir değişiklik yapılmamalıdır.

2. Tarikat, idarecilerle ünsiyet kurmak ve siyasi istismar aracı olarak kullanılmamalıdır.

3. Tarikatın ölçüleri içerisinde takvaya göre amel etmeyenler Allah’ın gazabına uğrarlar.

4. Yüksek hâl sahibi olduklarını iddia eden kimselerin, bu durumları, onların tarikat esaslarına riayet etmemelerine bir gerekçe olamaz.

5. Hiç kimse, ihlas ve itikadi gerekçelerle şeriatın emirlerini ve tarikatın adap ve kurallarını terk edemez.

6. Tarikat, dinin emir ve yasaklarını azimet ölçüsünde yaşamaktan ibarettir. Ayrıca tarikat, Allah rızasını ve Peygamber Efendimizin sevgi ve ahlakını kazandırır, yükselmeye vesile olur.

7. Tarikat, avam tabakasındaki Müslümanların çoğunluğunun içinde, zahirde onlar gibi giyinip onlar gibi yemeye içmeye, fakat gönül âlemi bakımından onlara hiç benzememeye ve gönülde yalnız Allah’ın olmasına, oraya başka muhalif bir şeyin girmemesine önemle dikkat eder. Kibir, gurur gibi hâllere asla iltifat etmemektir tarikat!

8. Tarikatta şeyh, mürit ile Rabb’i arasında bir vesiledir. Vesileden yüz çevirmek Allah’tan yüz çevirmektir. Mürşidi sağ olduğu müddetçe onun kontrolünden çıkmaz. Dünyasını değişmeden önce ona kimi işaret göstermişse onun emrine girip ve mürşidine gösterdiği saygının aynısını ona göstermelidir. Böyle bir işaret verilmemişse ve de kendisi de kemal derecesine henüz erişmemişse işte o zaman kendine bir mürşit arayıp bulmalıdır.

9. Şeriatın emirlerini, sünnetin gereklerini ve tarikatın esaslarını bir tarafa bırakarak kendi hâl ve rüyalarını, şeriat ve sünnete uymasa dahi ön plana alarak onlarla amel eden kimseler, Allah’ın aklını aldığı nasipsiz kişilerdir. Bunlara rastlandığı zaman aslandan kaçar gibi bunlardan kaçmalıdır.

10.Bizim yolumuzda şeyhliğin babadan oğula geçmesi için o şeyhin birçok halifesinin olması gerekir ve ancak bunlardan birisi de oğlu olabilir, yine de icazet, hüccet ve şahit şartı onlar için aynen diğer halifelerdeki gibidir. Bunlar dışında hiçbir şeye itibar edilmez.

11.Kendisinin Nakşibendî Halifesi olduğunu iddia edenlerin elinde icazet veya hüccetname olup olmadığına bakın. Hüccetnamede her hüccetin en az iki ehl-i salât mürit şahidi olması şarttır. İşte bunlar yoksa sakın keşfine, kerametine ve celbiyetine bakarak ona tâbi olmayın. Bu büyük tarikata bidat sokmayın. Bunu yapanların yedi nesli bu tarikatın büyüklerinin lanetine uğramıştır.