Hz. Abdurrahim Reyhan Erzincanî (k.s)

Dede Paşa (k.s) hazretleri, halifesi Abdurrahim Reyhan (k.s) hazretlerine hilafet görevini tevdi buyururken “Bu iş soy veraseti ile degil hal ve kemal veraseti ile olur, hizmet layıkını bulur ve buldu” diye ifade etmişlerdir.

Ne mal iledir ne can iledir

Beyim ululuk kemal iledir

beyti, irşad verasetinin öz sözüdür. Babası, Hüseyin Efendi, (Muhammed Beşir Efendi (k.s) Hazretlerinin alim ve fazıl büyük oğlu), anası Tubi hanımdır. 1930 yılında Karakaya (Keleriş) köyünde dünya’ya teşrif buyurmuşlardır. Dünya’ya teşrifinden önce annesi ve çevresinde çok acaip alamet ve işaretler zuhur etmiş, bu teşrifin müjdecisi olmuştur.

Abdurrahim Efendi (k.s) hazretlerinin nasıl bir himmet yagmuru içinde gelişen seyirle kemallendirildiğini yine kendi veciz beyanlarından dinliyoruz.

“Annem çok kuvvetli rabıta sahibi idi. Her gözünü yumuşta dedemle, yani Muhammed Beşir Efendi Hazretleri ile görüşürmüş. Bize hamile iken çok hikmetli rüyalar görmüş. Mesela bir rüyasında melekler tarafından yerden göge kadar kurulan bir merdivenden çıkarılarak bütün semavat alemi ve cennetler gezdirilmiş ve kendisine “Bu iltifatlar size, karnınızda taşıdığınız (çocuk dolayısıyla) melaikeyi kiramın ikramlarıdır” denilmiştir.

Yine annemin anlattığına göre, ben Paşa Hazretlerinden ders aldıktan bir müddet sonra, siyahlar giyinen uzun boylu ve vakur bir zatın boz renkli atını duvardan içeri atlatıp, beni kucaklayarak terkisine aldıktan sonra, yine atını duvardan dışarı atlatıp götürdüğünü görmüş ve bu hadiseden korkup endişeye düşmesi üzerine hafiften bir sedanın:

“Korkma o hızır Aleyhisselamdır, oğlunu hediyesi ile beraber getirecek, görülmemiş bir post ile birlikte iade edecektir” demesi üzerine sakinleşmiştir. Babam annemden bu rüya ve halleri kimseye anlatmamasını istermiş. Beş erkek ve iki kız olmak üzere yedi evlat sahibi olan babam en çok bizi severdi. Bizi okutmayı, zahiri ilim sahibi yapmayı çok isterdi. Ama ömrü buna vefa etmedi. Ondört yaşımda iken babam vefat etti.

Kendimi bilmeye başladığım yıllarda, içimde öyle bir his vardi ki, sanki daha önce büyümüş, her şeyi görüp ögrenmiş, sonra tekrar küçülmüşüm. İçimde bir mürşidin kudsiyetini idrak eden, onun sevgisini, aşkını, hasretini duyan bir cihet, böyle bir his vardı. Dedemin zamanına yetişememiş olmama çok üzülür, ağlardım. Sanki Dedemin büyüklüğünü, makamının kudsiyetini, kemalatını tamamen müşahade etmişim gibi ona aşıktım, yangındım. Ona ulaşamamaktan üzgün ve bitkindim.

Babamın vefatında bir akşam evimize kısa bir taziyet ziyaretinde bulunan ve daha sonra bir daha görmediğim Dede Paşa Hazretleri’nin çok büyük bir zat olduğu, tevazu, kemalatı, sohbetleri, beyitleri, aşkı, muhabbeti, bütün ihvanlar ve büyüklerimiz arasinda söylenir, tekrarlanır olmuştu. Kendisine içimizde bir sevgi belirmekle beraber, mürşid oldugu ve inabe verdigi hususlarında kesin bir bilgim yok idi.

1957 senesinin sonbahar aylarında bir rüya gördüm :

Haydarpaşa iskelesinden bir vapura koyun doldurmuşuz. Bunların sevk ve idaresi Dede Paşa Hazretlerine aitmis. Bu koyunlar bir anda boyları, renkleri, giyimleri ve güzellikleri bir çırpıda tepeden tırnaga bembeyaz elbiseler giymiş adedi belirsiz bir nur gibi, huri gibi birer kız haline geliyorlar. Bunlari Paşa Hazretleri ile birlikte Karaköy tarafina getirdik. Paşa Hazretleri orada emretti ki:

Simdi bunlari al Galata Köprüsü’nden Eminönü tarafina geçirecegiz. Ben önden yürüyüp onlari çağıracagım. Onlar peşimden gelecekler. Sen geride kalanlari toparla getir.

Yürüyoruz, Galata Köprüsü dolu doluya. Bazen bembeyaz renkte bir koyun sürüsü, bazen beyaz elbiseler içinde huri gibi, melek gibi kızlar şeklinde görünüyorlar. Böylece Eminönü tarafina geçtik. Ben de uyandim. Uyanir uyanmaz, Paşa Hazretlerine bir gönlüm aktı, bir muhabbet duydum ki, hemen gidip kendisine kavuşmak arzusu, dayanılmaz bir his haline geldi. Yani öteden beri dedeme duydugum aşk, sevgi, muhabbet, iştiyak aynen bu tarafa çevrildi. Fakat bu dayanılmaz arzuyu çeşitli sebepler ve mecburiyetler dolayısıyla üç ay gizlemek zorunda kaldık.

Aradan üç ay geçtikten sonra bir gün işittik ki Dede Paşa Hazretleri Erzincan’a gelmiş ve bizim bulundugumuz yere teşrif etmek üzere imiş. Bu haberi duyunca elimdeki çay bardagını tutamaz oldum. Rahatsızlığımı beyan ederek meclisten ayrıldım. Ne oldugunu kelimelerle anlatamayacagım bir hal ile evimize koştum. Evin içine girmedim. Merek dedigimiz, hayvanların otunu, samanını, yemini koydugumuz yere kendimi attım. Orada tepindim, çırpındım, yuvarlandım, agladım, haykırdım, sızlandım, üstüm başım, elim, yüzüm ot, saman ve toza bulanmıstı, ama biraz sakinlesmiş, durulmuştum. Kalktım üstümü başımı çırpıp, firçaladım. Elimi yüzümü yıkadım. Bir abdest tazeledim. Yavaş yavaş biraz önce ayrıldıgım ve şimdiki Paşa Hazretleri’nin bulundugu Muharrem Efendi’nin evine gittim. Heyecanım halen geçmemiş olmakla beraber, şuurum biraz yerine gelmişti.

Haşa, bir bilgim olduğundan degil, sanki birisi bana tarif etmiş gibi Paşa Hazretleri’nin bulundugu odaya girmeden üç ihlas bir fatiha okudum. Önce Peygamber Efendi’mizin, sonra sırası ile Şah-i Nakşibendi Hazretleri’nin, Pirlerimizin ruhuna hediye ettim ve yavaş yavaş Paşa Hazretleri’nin bulunduğu odanın kapısını araladım. Bir ayağımı içeri attım, diğer ayağım dışarıda, boyu beş metreden fazla olan odanın kıble tarafindaki peykenin üzerinde oturan Paşa Hazretleri’ni görür görmez, oracığa, kapı aralıgına düşüp bayılmışım. Daha gerisini hatırlamıyorum. O zaman Paşa Hazretleri beni bizzat kucaklayıp kaldırmış, odaya almış, bir süre sonra gözümü açtığımda ilk defa bedenen Paşa Hazretlerinin huzurunda idim. Mübarek, iki bardak çay getirtmiş. Birisi kendisi için, biri benim için. Şekerini bizzat karıştırarak, bir annenin evladına, çocuğuna içirdiği gibi çayımı mübarek elleri ile bana içirdi. Bu arada Paşa Hazretlerinin elbiseleri, oda, bardak, kaşık, her şey gayet açık bir lisanla zikre başladılar. Bunu apaçık görüyor ve duyuyordum.

Yatsıya kadar bir kendime gelip, bir geçiyordum. Nihayet yatsı namazı kılındı. Hatme okundu. Dersimizi aldik ve evimize döndük. Boy abdestimi alip, tevbe namazına durduk. Sag tarafimdaki duvara yaslanmak istemiştim. Birden duvar ortadan kalktı. Orada Paşa Hazretlerinin oldugunu hissettim. Sonra nurdan vücudunu gördüm. Bizim de vücudumuz nura nur oldu. Ortada vücut, ceset, madde diye bir şey kalmadı. Her yer, her şey, nur oldu. Nur içinde kaybolduk. Bu durumda nasıl oldu bilmiyorum. Namazda ne okudum, eksik mi, fazla mı okudum bilmiyorum. Tevbe namazını Paşa Hazretleri ile birlikte kıldık. Sonra yatağa dogru yöneldim. Başımı batıya yüzümü kıbleye gelmek üzere yatağa girdim. Ama hemen uzanmadım. Heyecan ve şaşkınlığın verdigi zorlukla her gün yatmadan önce okuma ihtiyadında bulundugum üç ihlas, bir fatihayi okudum. Bir de baktım ki, Paşa Hazretleri yine duvardan zuhur etti. Fakat görünüsü zahirde bildigimiz bir görünüş degil. Bütün vücudu degil, yalnız omuzdan yukarısı görünüyor ama o mübarek azametli sakalının her bir telinden hasıl olan ziya, ayin, güneşin, ışığını kapatacak kadar parlak, bir türlü yatamıyorum. Yatsam uyuyamıyorum. Gözümü kapatsam da açsam da aynı nurdan cemali görüyorum. 0 geceden sonra bir yıl süre ile nerede olursam olayım, gözümü kapatır kapatmaz, Paşa Hazretlerini, o manevi vücudu ile güzelligi, haşmeti ve heybeti ile hep karşimda gördüm.

Diger bir müşahedemiz söyle cereyan etti:

Dedemin veya Paşa Hazretlerinin olan büyük bir üzüm bağı oluyor. Bu bağda büyük bir çadır kurulmuş. Paşa Hazretlerine ait barigah çadir, çadirin içerisinde makami, varmis. Orada yatar kalkarmis. Ziyarete gittim ki çadirin önünde bir arslan var. O arslan agzini açtigi zaman degil bir insan, bir köyü, bir kasabayi bile yutacak cesamette. Mübarek Pasa Hazretleri bana buyurur ki:

– Bagdan üzüm al ye.

– Efendim, nasil üzüm alayim? Bu arslan hemen insani yutar” diyorum.

Bu sefer buyuruyor ki :

– Bizden gafil olursan, o aslan seni yutar. Bizden gafil olmazsan bir sey yapamaz. Hal olarak müsahede ettigimiz bu alemdeki aslan nefsi emmaremiz, üzüm de Pasa Hazretlerinin nisbetine isarettir.

Geceleri hiç uyuyamiyorum. Ama sabahleyin bütün gece uyumus gibi dinç kalkiyorum. Mübarege ögle gönlüm akdi ki ; Ne mal, ne is, ne hayat, hiç bir seyin onemi yok. Tek arzum onu görmek ve onunla olmak.

Bir seneden sonra baska seyler basladi. Gözümüzün önüne, siyah zemin üzerine Peygamber Efendimizin, ismi serifleri yazili büyük büyük levhalar getirmeye basladilar. Bu levhalardan da kuvetli bir nur nesrolmakta ve bizi ihata etmekte idi. Bu nur ihatasinda vücudumuz ortadan kayboluyor, nura garkoluyorduk. Bir zaman da böyle devam etti. Daha sonra bir süre de bize kabristanlari gezdirdiler. Piri Tagi Hazretlerinin, Gavsi Azam Hazretlerinin, Abdulkadir Geylani ile Sahi Naksibendi hazretlerinin bir arada gösterilen kabri seriflerini ziyaret ettirdiler.

Bunlar olup biterken ne uyku halindeyim, ne de uyanik durumdayim. Tarif edilemeyen ikisinin ortasi bir haldeyim. Sonra aksamdan sabaha kadar uyusam, bile uyumamis gibi abdestime sahip oluyorum. Bu arada Pasa Hazretleri, bizim tahsilimiz için, binbasi rütbesinde, sihhatli, aslan gibi bir hoca tahsis buyurdu. Bana arabi ve farisi dersleri ile ledünni ilmini okutturdu.

Efendim, böyle bir yanda kabristan ziyaretleri, bir yandan Peygamber Efendimizin isimlerini nur seklinde aksettiren levhalar. Arabi, farisi ve ledünni dersleri ile mesgul olup giderken, öyle bir hal oldu ki, ALLAH’ i görecekmisim gibi bir his, bir bekleyis icine girdim.

Peygamber Efendimizin ismi serifleri yazili levhalari uzun süre seyredip, onlarin nuru ile ihata olmamiz sonunda, Peygamber Efendimize de bir yakinligimiz oldu. Sevgimiz artti, ondan da istimdad talep edebilir olduk.

Neticede öyle bir an geldi ki; Her an ALLAH’ i görecekmisim gibi bir his içimi doldurdu. Bir kusIuk vakti evimde yalnizdim. Yüzüm Erzincan’a dönük olarak oturuyorum. Her an biri gelecekmis, ilk seste, ilk harekette ALLAH’ i görecekmisim gibi kesin bir kanaat içinde o ani bekliyorum. Bir anda alti cihet lafzai celalle doldu. Bunlardan hasil olan nurun içinde kaldim. Vücudum yok oldu. Lafzai celallerde yok oidu. Bu nur deryasinda ne kadar kaldim bilemiyorum.

Bu arada Pasa Hazretleri ile sayisiz defalar bir araya geldik. Hatta bir defasinda, uyku ile uyaniklik arasinda iken Pasa Hazretleri geldi. On disini tepemden basima geçirdi. Vücudum yok oldu. Pasa Hazretleri de yok oldu. Artik biz Pasa Hazretleri olmustuk. Pasa Hazretieri ile buna mümasil pek çok beraberliklerimiz oldu.

Bir gece yatsi namazindan sonra, yataga girdim. Henüz uyumamistim. Birden hayretle müsahade ettim ki etrafimdaki hersey, bütün esya, mekan ALLAH’i zikrediyor. Bütün dünya bir levha halinde önüme getirildi. Daglar, sular, denizler, agaclar, bütün canli ve cansiz mevcudat açik bir lisanla ALLAH’I zikrediyor. Bu arada bizim vücudumuz o kadar büyüyor ki, bir vehme, bir korkuya düsüyorum ve derhal Pasa Hazretlerinin velayetine siginiyorum ve hemen yetisiyor.

Daha çok acayip seyler gördük. Mesela, bir defasinda masa üstüne örtülen bir masa örtüsünün, saçaklarini teskil eden her bir ipligin ucunda birer agiz oldugunu, bu agizlarin içinde net olarak görülen, dillerin, devamli olarak ALLAH’i zikrettiklerini açikça gördük. Ama bu gibi hallere lüzumundan fazla kiymet vermedik. Bunlardan asla gurur duymadik. ALLAH’ a sükür zahirde çok hos görülen bu hallerin hiç birini, hiç bir yerde mevzu etmedik.

Iste böyle. Yillar boyu Pasa Hazretleri bu acize defalarca gözümüz ve suurumuz açik olarak o mübarek cemal sifatini da göstermistir, Celal sifatini da. Celal sifatinda insanin bin tane yüregi olsa dayanamaz. Cemal sifati ise artik ne bileyim, ne doymak mümkün, ne tariflere sigar.

Simdi bunlar geçti. Çok gerilerde kaldi. Ama.simdi biz ne durumdayiz efendim. Her türlü hatadan, gururdan, benlikten ALLAH’ a siginirim. Ne ilmimiz, ne amelimiz, ne de hizmetimiz itibariyle bir kiymetimiz yok. Ama ne yapalim, bir emirdir verilmis. Ihsanlarina sükür “AMELiM HAVF-I RECA MAKAMIM DA SEMSi HUDA ZERRESIYiM” yani isim korkmak, yalvarmak, bütün ihvan için korkmak, onlarin havfini çekmek, onlar için kaygilanmak, onlar için yalvarmak.

Abdurrahim Reyhan Efendi Hazretlerinin kendi beyanlariyla aslinda mahrem olan bir sohbetinin kasete alinmis, seklini aynen aktardik. Alinan bu bölüm yildirim hiziyla katetmis bulunduklari feyiz ve nur deryasindan, ancak bir katredir. Belki bir katre bile degildir. Zira Salih Baba ;

Salihem Seyhim günestir ben anin zerresi

Zerre hiç eyler mi sems-i taban ile bahs

beytiyle Evliyaullahtan bahsetmenin, onun kemalini anlatmanin mümkün olamayacagini ifade etmistir. Ancak bizler bir mecburiyet karsisinda kaldigimiz için aciz idrakimizle onun yüce velayetine siginarak birkaç cümle arzediyoruz.

Kendi ifadesiyle izah buyurduklari o sonsuz nimet hallerini bizzat yasayarak geçirdikleri halde, bunlarin geçmiste kaldigini isinin korkmak ve yalvarmak oldugunu, hatta ne ilmi ne de ameli olmadigini belirterek sonsuz bir tevazu örnegini hak safiyetiyle ifade buyurmuslardir.

Insanlar için hele ihvanlar için ifade edilmeyecek derecede sefkat ve merhamet sahibi olup, ismi ile müsemmadir. “Harisun Aleyküm” ayeti kelimesindeki tecelli sirri her haliyle kendinde asikar görülmektedir. Hatta zahir rahatsizliklar konu edildiginde, kendisine “Ihvan için saglik, ihvan için ömür istiyorum” buyururlar.

Dergahta bir iki kisi bile buIunsa onlari birakip hane-i saadetine tesrif etmez, rahatina zaman ayirmaz. Ancak ihvanlarin istek ve israri üzerine hane-i saadetine tesrif ederler. Müntesiplerinin yanina gelip zorluklara girmelerine razi olmaz, sehir sehir, bölge bölge, Türkiye’de ve dünya’da gezerek ihvanlariyla beraber olur, sohbetleriyle onlari irsad eder, fedekarligin misilsiz örnegini sergilerler. Hatta bu davranislarini o kadar tabii lutfederler ki bunu kendileri için bir emirmis gibi telakki ederler. Tesrif buyurduklari beldelerde askin, muhabbetin, feyzin hududu olmaz, ancak ihvanlardan zahir ayrilis, kendilerini üzer ve hatta her seferinde aglatir.

Bütün insanliga kucak açan, “Ne olursan ol gene gel” düsturunu gerçek anlamda uygulayan, “Bizim tarikatimiz günahkarlar tarikatidir”, “Bize günahi olan, günahini bilen gelsin”, “Günahi olmayan bize gelmesin” diye çok genis bir çizgi ile irsad görevini ifa ederken insanlara kudret elini uzatir, ümitsizlige imkan birakmayacak siginak yeri oidugunu, her çesit insan müracaati ile ortaya koyarlar.

Sohbeti ve sükutleriyle, ihvanlari feyizyab buyurmalari ziyaretlerine gidebilen herkesin malumudur. “Nefsini bilen rabbini bilir” hadis-i serifinin izahina yönelik “Insan, sir, halkiyet, mahlukat vs.” daha bir çok konulardaki sohbetlerinin farkliligi

Ey birader sözlerime dut gulag

Sanma ani söyleyen dil ya dudag

beytindeki manayla mütenasip oldugu maksatsız olan birçok sahıs tarafından çesitli defalar ifade edilmiştir ki bunlar intisaplı olan kimseler de degillerdir.

Tarikatlar ve kolları ile ilgi buyurduklari şu sohbet, her müntesibi kendi kapısı yönünde itikat ve ihlas yönünde hızlandırıcı, yönlendirici, yol gösterici, birlestirici, tefrikayi ortadan kaldırıcı olmasi bakımından şayanı dikkattir.

“Her müridin kendi meşayihini Kutb-ul Aktab görmesi o, muridin hakkıdır. Ama başka meşayihi küçük görmesi onun hakkı değildir. Velev ki kendi mürşidi Kutb-ul Aktab olmasa da müridin ihlası sebebiyle zamanın kutbu o muridin meşayihi suretine girer ve o muridin ruhuna hizmet eder. “ Herkes kapısını tanısın, ihlasla baglansın, manasını işaret eden bu düstur ancak kamil ve mükemmillerin karıdır.

Bize deryayi vahdetten haberler söyleyen gelsin

Hakikat güllerin görüp bizi mest eyleyen gelsin