Hz. Abdülhalik Gücdevani (k.s)

Boyu uzun, başı büyükçe, rengi beyaz, yüzü güzel idi. kaşları gür göğsü ve omuzları geniş idi. Anası, babası Malatya’dan Buhara’ya göç etmişlerdir. Haceganın büyüklerindendir. Pederleri Abdulcemil hazretleri Hızır Aleyhisselam ile görüşüp sohbet etmiş salih ve arif bir zat idi. Hızır Aleyhisselam ona:

-Allah sana salih bir oğul verecektir. Onun ismini Abdulhalik koy, buyurmuştur.

Abdulhalik henüz ana rahminde iken babası Aldülcemil Türkiye’de Malatya’dan akrabaları ile birlikte önce Maveraünnehir’e sonra Buhara’ya hicret etmiş ve oraya yerleşmişlerdir. Abdulhalik 5 yaşına geldiğinde Buhara’nın büyük âlimlerinden Hâce Sadreddîn hazretlerinden Kur’an-ı kerim öğreniyordu. Bir gün ‘’Rabbinize tazarru (yalvara yakara ve gizlice) ile dua ediniz. Çünkü o haddi aşanları sevmez. (Araf suresi 55) ayetini okurken Abdulhalik:

Gizliliğin hakikati ve hafi zikir nasıl olur? Eğer insan zikir ve duayı açıktan yaparsa riya (gösteriş)korkusu vardır. Araya riya girince de hakkıyla zikir ve dua edilmemiş olur. Eğer kalben yani gizlice zikir ve dua ederse hadisi şerif gereği şeytan kanda dolaştığından, zikre ve duaya karışır, dedi. Hocası bu sual ve anlayışa hayran olarak:

-Oğlum bu ilmi ledünnidir. Allahu Teâlâ dilerse seni evliyaullahtan bir zata eriştirir. O sana hafi ve cehri zikri öğretir. Böylece meselen hallolur, buyurur.

Abdülhâlik Goncdüvânî hazretleri bu isâret üzerine, meselelerini halledecek o büyük zâti beklemeye basladi. Bir gün Hizir aleyhisselâm yanina geldi. Ona, Allahü Teâlâ’yi gizli ve açik zikretme, (anma) yollarini ögretti ve mânevî evlâtliga kabûl edip; “Kalbinden Lâ ilâhe illallah, Muhammedün Resûlullah kelime-i tayyibesini şöyle şöyle zikredersin!” diye târif etti. Abdülhâlik hazretleri de, târif üzere, bu mübârek kelime-i tevhîdi sessiz sessiz kalben söylemege basladi. Bunu, kendisi için ders kabûl etti. Bu hâl mânevî makamlarda yükselmesine sebeb oldu. Bu siralarda Yûsuf-i Hemedânî hazretleri Buhârâ’ya geldi. Abdülhâlik Goncdüvânî onun hizmetine girdi ve bu hizmette bir süre kaldi. Bu hususta kendileri söyle anlatirlar:

On iki yasinda idim. Hizir aleyhisselâm bana Yûsuf-i Hemedânî hazretlerinden ilim ögrenmemi tavsiye buyurdular. Bu sirada onun Buhârâ’ya geldigini isiterek derhâl yanina gittim. Ondan pekçok istifâdelere kavustum. Böylece Abdülhâlik Goncdüvânî hazretlerinin sohbet hocası Yûsuf-i Hemedânî, zikir tâlim hocasi da Hizir aleyhisselâm oldu. Abdülhâlik Goncdüvânî hazretleri hâlini insanlardan gizli tutardi. Nefsinin isteklerine uymayip, istemedigi seyleri yapmakta kendisini pek agir imtihanlara tâbi tutar fakat hiç kimseye bir sey sezdirmezdi. Hele onun Hizir aleyhisselâm ile ulastigi mânâda ilim tahsîline hiç kimse vâkif olmazdi. Abdülhâlik Goncdüvânî gerek Hizir aleyhisselâm ve gerekse büyük Islâm âlimlerinin tahsil ve terbiyesi altinda zamâninin bir tânesi oldu. Insanlar dünyânin dört bir yanindan kâfileler hâlinde ondan istifâde etmek için gelmeye basladilar.

Abdülhâlik Goncdüvânî hazretleri bes vakit namazini Kâbe-i muazzamada kilar, tekrar Buhârâ’ya dönerdi. Bir Asûre günü talebelerine derste velîlik hâllerini anlatiyordu. Müslüman kiyâfetinde olan bir genç içeri girip, talebelerin arasina oturdu. Bir müddet sohbetini dinledikten sonra söz isteyerek:

Efendim! Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem; “Mü’minin firâsetinden korkunuz. Çünkü o, Allah’in nûru ile bakar.” buyuruyor. Bu hadîs-i serîfin sirri nedir? diye sordu.
Abdülhâlik Goncdüvânî hazretleri gence heybetle nazar ettikten sonra; “Öyleyse belindeki zünnâri, hiristiyanlarin ibâdette bellerine bagladiklari ve ucunda haç asılı olan parmak kalınlığındakı yuvarlak ipi kes de imana gel.” dedi. Hocanin bu sözleri oradakiler üzerinde sok etkisi yapti. Genç, telasla; “Hâşa! Yemîn ederim bende böyle bir sey yok.” diye söylendi. O zaman Abdülhâlik hazretleri talebelerinden birine gencin hirkasini çikarmasini isâret etti. Talebe o gencin üzerindeki hirkasini çikarinca, belinde dügüm dügüm zünnâr bagli oldugu görüldü. Bu hâdise karsisinda genç, çok mahcûb oldu. Ne yapacagini sasirdi. Kalbinde Islâmiyete karsi bir sevgi meydana geldi. Abdülhâlik Goncdüvânî hazretlerine muhabbet, sevgi duymaya basladi. Böylece Evliyânin, Allahü Teâlâ’nin nûruyla baktiginin ne demek oldugunu çok iyi anladi. Kelime-i sehâdet getirip müslüman olmakla sereflendi. Sâdik talebelerinden oldu. Büyük mürşid bundan sonra etrafindakilere dönerek:
“Ey dostlar! Gelin biz de ahde uyalim, zünnârimizi keselim. Îmân edelim. Söyle ki, bu genç maddî zünnâri kesti, biz de kalbe ait zünnâri keselim. O da, kibr ve gururdur. Bu genç, af dileyenlerden oldu; biz de affa kavusalim.” buyurdu. Talebeleri bir anda hazret-i Hâce’nin gönül yaralarina sunulan sifâ serbetini içtiler, tövbelerini yenilediler. Böylece kalblerinin Allahü Teâlâ’dan baska bir seye bagliliklari kalmadi.
Abdulhalik Gucdüvani hazretleri tarikat aliye de hüccet düstur ve usul olarak 11 esas koymuştur. Seyri sülüke girenler bu yoldan istifade edip feyz alabilmeleri için bunları tatbik etmekle mükelleftirler.

Hüş-derdem: Her alınan verilen nefeste uyanık bulunmak.
Nazar-berkadem: Gözün ayakucuna bakarak yürümesi, fuzuli bakışlardan sakınması ve kendini koruması.
Sefer-der vatan: Her adımda aslına hakka yürümek.
Halvet-der-encümen: Halk içinde Hak ile yalnız kalmak.
Yad-kerd: Kalp ile lisanın tevhid zikrini hasbi nefesle birleştirmek.
Baz-geşt: Matlub ile maksudun ancak Allahın rızası olduğunu bilmek.
Nigah-daşt: Kalbi havatırdan korumak.
Yad-daşt: Her nefeste allah ile olmak.
Vukuf-i zemani: İçinde bulunduğu zamanı bilmek ve değerlendirmek.
Vukuf-i adedi: Zikirde sayıya riayet etmek.
Vukuf-i kalbi: Kalbi allah zikri, fikri ve emri ile meşgul olmak.

Abdulhalik Gucdüvani hazretleri şeriat, tarikat, marifet ve hakikat ehliydi. Sözleri hüccet ve senettir. Büyük zatlar yetiştirmiştir. Silsilede emaneti Yusuf Hemedani hazretlerinden almıştır.