بسم اللَّهِ الرحمن الرحيم
وَقَالَ إِنِّي ذَاهِبٌ إِلَى رَبِّي سَيَهْدِينِ ربِّ هَبْ لِي مِنَ الصَّالِحِينَ فَبَشَّرْنَاهُ بِغُلَامٍ حَلِيمٍ فَلَمَّا بَلَغَ مَعَهُ السَّعْيَ قَالَ يَا بُنَيَّ إِنِّي أَرَى فِي الْمَنَامِ أَنِّي أَذْبَحُكَ فَانظُرْ مَاذَا تَرَى قَالَ يَا أَبَتِ افْعَلْ
مَا تُؤْمَرُ سَتَجِدُنِي إِن شَاء اللَّهُ مِنَ الصَّابِرِينَ فَلَمَّا أَسْلَمَا وَتَلَّهُ لِلْجَبِينِ وَنَادَيْنَاهُ أَنْ يَا إِبْرَاهِيمُ قَدْ صَدَّقْتَ الرُّؤْيَا إِنَّا كَذَلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ إِنَّ هَذَا لَهُوَ الْبَلَاء الْمُبِينُ وَفَدَيْنَاهُ بِذِبْحٍ عَظِيمٍ
Aradan uzun yıllar geçmiş, Cenâb-ı Hak, Hz. İbrahim’e salih bir evlat ihsan etmişti.
Adı İsmail’di.
Fakat aradan uzun seneler geçtiğinden Hz. İbrahim daha önce kendisine gelen meleklere konuştuğu sözü (Hz. Allah için oğlumu bile kurban ederim) sözünü zaman içinde unutmuştu.
Hz. İsmail; en sevimli olduğu bir çağa gelmiş, ihtiyacını görme çağına gelmiş ve Kâbe-i Muazzama’yı inşa etmiş. Bina tamamlanınca, Beytullah’ı hac ve tavaf etmiş. Hac erkânını tamamlayıp ayrıldıktan sonra, terviye günü yani arife gününden bir gün evvel bir rüya gördü. Hz. İbrahim, yattığı yataktan, “Nezrini yerine getir, Ya İbrahim!” nidâsıyla kalktı. Bu rüya acaba Allah’tan mıydı? Nezri neydi, onu uzun uzun düşündü. İşte bu tereddütten dolayı bu güne terviye günü denildi.
Ertesi gece, aynı rüyayı yeniden gördü. Artık Hz. İbrahim anladı ve bildi ki, bu rüya
Hz. Allah’tandır. Bildiği için bu güne “Arife” ismi verildi.
Fakat nezri neydi, onu hatırlayamadı. Bayram akşamı da aynı rüyayı görünce, nezrini hatırladı. Oğlunu kurban ettiğinin tatbikatını gördü ve bu güne de kurban günü dendi.
(Şir’atül İslam S 219)
Artık Hz. Allah’ın emrini yerine getirmesi lâzımdı. Bayram sabahı olunca, Hacer validemizi çağırdı. Oğlu Hz. İsmail’i hazırlamasını söyledi. Hacer validemiz, Hz. İsmail’i giydirip süsledi. Baba-oğul, beraberce Mina istikâmetine doğru yola koyuldular. Fakat nereye gidildiğini, ne evlat ne de annesi biliyordu.
Şeytan bu duruma hayrette kalıp, “Böyle imtihanda hiç görmedim. İbrahim (a.s) bu işi de yaparsa ve ben böyle meselede onları caydıramazsam bir daha ebediyen onlara tesir edemem ve üzüntümden helak olurum demişti.” (Şir’atül İslam S 222.)
Hz. İbrahim’in önüne çıkarak “Ya İbrahim! Böyle bir evlâdı nasıl kesersin? Hiç baba evlâdını kesebilir mi?” Hz. İbrahim, şeytanın sözüne kulak bile vermedi, hiç tereddüt etmeyerek, yerden aldığı taşla şeytanı defetti.
Şeytan durmuyordu. Bu sefer Hacer validemizin yanına gelerek onu kandırmaya çalıştı. Fakat Hacer validemiz verdiği cevapla teslimiyetin zirvesine varıyordu “Eğer Allah’tan böyle bir emir gelmişse, ben de bir anne olarak, bu emre teslim olup, boynumu büküyorum. Çünkü o bir peygamberdir, peygamber yanlış yapmaz” dedi.
Şeytan vazgeçmiyordu. Bu defa Hz. İsmail’in yanına gelip “Baban seni nereye götürüyor, biliyor musun? Kesmeye götürüyor, kesmeye.” diyerek onu korkutmaya çalıştı.
Hz. İsmail de annesinden geri kalmayarak “O, benim babamdır. O bir peygamberdir. Eğer bu emri Allah’tan almışsa, emri muhakkak yerine getirmesi lâzımdır.” cevabını verdi ve şeytanı taşladı.
İbrahim (a.s) kendine ve evladına vesvese veren şeytanı, Mina mevkiinde taşladığından dolayı aynı mahalde şeytan taşlamak bir sünnet olarak devam etmiş ve ahir zaman peygamberinin şeriatında da yer almıştır.
Sonunda baba oğul işaret olunan yere kadar geldiler. Fakat Hz. İbrahim, oğluna nasıl söyleyecekti. Bütün mesele buradaydı. Sonunda: “Ey benim yavrucuğum. Ben, seni rüyamda kesiyor görüyorum. Sen benim bu rüyama bir bak, ne söylersin.” Hz. İsmail kıyamete kadar gelecek insanlığa ibret olacak şu sözleri söyledi “Ey babacığım. Sana Allah’tan ne emrolunmuşsa, onu derhal yerine getir. İnşâAllah beni sabredenlerden bulacaksın.”
Artık baba-oğul Allah’ın hükmünü yerine getirmeye hazırlanmıştı. Bu esnada Hz. İsmail “Babacığım, birkaç ricam var. Yerine getirmeni istiyorum. Babacığım ellerimi bağla; belki sana eziyet ederim. Yüzümü yere çevir belki yüzüme bakarsın da merhamet edersin. Gömleğimi anneme götür, beni hatırlasın. Anneme selam söyle. Allah’ın emrine sabretsin. Beni nasıl kestiğini ve ellerimi bağladığını söyleme. Ellerinden öptüğümü ilet. Küçük çocukların arasına girmesin. Olur ki, onlara bakıp, beni hatırlar da, Allah’a isyan edebilir.”
Hz. İbrahim oğlunun isteklerini yerine getirdi. Biraz sonra Hz. İsmail tekrar “Ey babacığım, ellerimi ve ayaklarımı çöz. Beni Allah görüyor, melekleri görüyor. Ne isyankâr çocukmuş, babası, bağlamak zorunda kaldı, demesinler.” dedi.
Artık baba-oğul, Allah’ın hükmüne tam teslim olunca, Hz. İbrahim, Hz. İsmail’i şakağı üzerine yatırdı. Boğazına bıçağı koydu, çok şiddetli bir şekilde bıçağı boğazına sürdü. Bu esnada yerde gökte ne kadar melek varsa secdeye kapanmış “Allah’ım! Koru İsmail’ini, affet İsmail’ini” diye yalvarıyordu. Hz. Allah da meleklerine “Unzuru ila abdi keyfe yemürrüssikkin alal halki veledihi liecli rizai ve entüm gultüm Etec´alü fiha men yüfsidü fiha ve yesfiküddimae”
Yani “Ey meleklerim; benim kulum İbrahim’e bakınız, benim rızam için oğlunun boğazına bıçağı nasıl sürüyor. Hâlbuki siz Âdem (a.s.)’i yaratacağım zaman ‘Yer yüzünde kan dökecek, yeryüzünü ifsat edecek birisini mi yaratacaksınız?’ demiştiniz de ben de size benim bildiklerimi siz bilmezsiniz demiştim” buyurdu.
(Mev’izei Hasene Kurban bahsi S 186)
Bıçağın Kesmemesi
İbrahim (a.s.) bıçağı İsmail (a.s.)’in boğazına sürünce, bıçak kesmedi. İsmail (a.s)
“Ey babacığım, benim korktuğum başıma geldi. Evlat sevgisinden dolayı elinin kuvveti kesildi ve beni kesmeye gücün yetmedi’ dedi. İbrahim (a.s.) gadablandı ve bıçağı yandaki taşa vurdu. Taş ikiye ayrıldı. Dedi ki “Ey bıçak, taşı kesiyorsun da eti neden kesmiyorsun.” Bıçak, Hz. Allah’ın kudreti ile konuşmaya başladı “Ya İbrahim, sen kes diyorsun ama Hz. Allah kesme diyor; hanginize itaat edeceğim. Yoksa kesip de rabbime itaatsizlik mi yapayım?” dedi.
بسم اللَّهِ الرحمن الرحيم
وَنَادَيْنَاهُ أَنْ يَا إِبْرَاهِيمُ قَدْ صَدَّقْتَ الرُّؤْيَا إِنَّا كَذَلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ إِنَّ هَذَا لَهُوَ الْبَلَاء الْمُبِينُ
وَفَدَيْنَاهُ بِذِبْحٍ عَظِيمٍ
Ondan asırlar sonra, halifesinin samimiyetini ve teslimiyetini meleklere göstermek için kulu İbrahim’in oğlu İsmail’i kurban etme hadisesini zuhur ettirmiştir. Sonunda onlarda bu imtihanı başarı ile verdikleri anda Âdem (a.s.)’in oğlu Habil’in kestiği koç kurbanını göndererek koç kurban edilmiştir.
Teşrik Tekbirleri
Koç inmişti. Cebrail (a.s.) İsmail (a.s)’ın kesildiğini görünce Allah Teâlâ’ya tazim için “Allahü Ekber, Allahü Ekber” diye tekbir getirdi. İbrahim (a.s) da “La ilahe illAllahü vellahü ekber” dedi. İsmail (a.s) da “Allahü ekber velillahilhamd” diye Allaha hamd ve sena etti. Onlardan bir sünnet olarak tekbir bize vacip olmuştur.
İşte her arife günü sabah namazından başlayıp bayramın dördüncü günü ikindi namazına kadar, her farz namazın selamından sonra okunan ‘TEŞRİK TEKBİRLERİ’ nin ilk söylenişi böyle müthiş bir tabloda olmuş ve tamamı mübarek ağızdan terennüm etmiştir.
Sonra Cebrail (a.s)’in tebliği ile ve peygamberimizin sünneti olarak kıyamete kadar her kurban bayramında bu tekbirler bütün müminler tarafından feyizle, bereketle okunur olmuştur.
Teşrik tekbirleri namaz kılmakla mükellef her Müslüman için vaciptir. Bu hususta erkek, kadın, misafir, mukim, köylü, şehirli, cemaatle kılan ve ya yalnız kılan, hepsi müsavidir.
Bu cihetle kurban kesmiş olsun olmasın, her Müslümanın bu 23 vaktin farz namazlarının sonunda bu tekbirleri ara vermeden okuması şarttır.
Selamdan sonra hemen tekbir getirilir. Unutulurda sonra hatırlanırsa daha yerinden kalkmadan ve mescitten çıkmadan ve dünya kelamı konuşmadan tekbir getirmek lazımdır. (Nimetül islam)
Not: Tehlike ve felaket anlarında okunması tavsiye edilen bu tekbirler, Allah dostlarının notlarında ayrıca zelzelenin fireni olarak tanıtılmaktadır. Bu bakımdan zelzele anında bu tekbirleri okumak lazımdır.